Her zaman "öğretmen olunmaz, öğretmen doğulur" anlayışında olmuşumdur. Ancak alınan pedagojik eğitimle madenden çıkan kömür işlenir, eşi benzeri olmayan bir pırlantaya dönüşür, değerlenir. İşte bu ideolojiyle, 2015 yılında özümseyerek bitirdiğim İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün üstüne bir de İngilizce Öğretmeni vasfını hak etmek istedim. Yedi haftalık hızlandırılmış ve bana göre hiç bir ehemmiyeti ve ağırlığı olmayan pedagojik formasyonu almayı reddedip baştan sona okumak, hiç bir dersten mahrum kalmamak istedim.
Hayat size hiç beklemediğiniz anda çok farklı kapılar açabilir. Önemli olan o kapıyı aralamadan, ardında ne olduğunu görmeden gerisin geri kapatmamak. Cesaret edip, içeri o adımı atmak. İşte o kapılardan en güzeli Yeditepe İngilizce Öğretmenliği Bölümü oldu benim için. O kapıyı araladığımda karşıma çıkan ilk kişi Yeditepe Eğitim Fakültesi Dekanı Ayşe Semra Akyel 'di ve Ayşe Hoca'mla olan münasebetimin beni Finlandiya'da Eğitim Liderliği Bölümü'ne getireceğini asla bilemezdim.
Oldukça ilginçtir ki, kapitalist yaklaşımda olduğu savunulan Yeditepe Üniversitesi'nin Eğitim Fakültesi bölümünün geneli idealist hocalardan oluşuyordu. Şayet bunu görebilmeniz için onlarla sohbet etmeniz, kendinizi açmanız ve ne kendinizi bilip idealleriniz uğruna savaştığınızı göstermeniz gerekiyordu. Tabiri caizse biraz adamına göre muamele yapılıyordu. "Ben bir diploma alıp çıkacaktım" gayesinde olan ya da "hiç birşey olmazsam öğretmen olurum" anlayışıyla bölümde okuyan pek çok insan tanımışlığımda vardır tabi.
İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü ile ortak alınan alan dersleri ve diğer öğretmenlik bölümleriyle ortak alınan pedagojik derslerinin yanında Yabancı Dil Olarak İngilizce, Erken Yaşta İngilizce Eğitimi, ya da İngilizce Dilinde Materyal Geliştirme gibi şahane dersleri de program bünyesinde barındırıyordu. Derslerin işlenişi ise o sınıfın dinamiğine göre değişiyordu ve çoğu zaman özgür bir ortamda bulunduğumuzdan mantıklı bir fikirle geldiğimizde o fikir değerlendirilip ders ona göre işleniyordu. Son sınıfta ise ders planlamaktan imanınız gevriyordu hatta o kadar ki öğretmen adayları arkadaşlarımızla bir yarış içine girip en güzel ders planını kim hazırlayacak diye uykusuz kaldığımız geceler de oluyordu.
Tabi bir de olmazsa olmazı staj mevzusu var. Üçüncü senenin sonunda öneri olarak öğrenciler tarafından verilen okul isimleri değerlendiriliyor ve okullarla anlaşma sağlanırsa -çoğunlukla özel okullarla- tercihlerimize göre o okullara stajyer olarak atanıyorduk. İlk döneminiz gözlem yaparak ve gözlem sonucu rapor hazırlayarak, son döneminiz ise gözlem yaptığınız hocanın sınıfına uygun ders planı hazırlayıp, o ders planına uygun dersleri vererek geçiyordu. Stajı efektif hale getirmek bence öğretmen adayının elindeydi. Tüm zamanımızı ister öğrencilerle çene çalarak, ister yan gelip yatarak, istersek de "ben olsam nasıl yapardım?" deyip öz değerlendirme yaparak geçirebiliyorduk. Tabi bu eylemlerin sonuçları da yardımcı hocamız ve üniversite hocamız tarafından bize not ve geri bildirim olarak yansıyordu.
Dediğim gibi Yeditepe Üniversitesi çoğu zaman pedagojik formasyon veriyor. Parasını bastırıp sıkıştırılmış derslerle geçiştirilmiş bir diploma almanız mümkün. Kalitesini eleştirecek merci elbetteki ben değilim lakin karar sizin; dört senede sindire sindire alınan alan, pedagoji, ve alan eğitim derslerimi yoksa, yedi haftada bir çırpıda alınan pedagoji dersleri mi?