top of page

        Aşağıda okuyacağınız yazılar deneyim, bilgi ve ikisinin harmanlanmasından oluşan paylaşımları içermektedir. Doğruluğu kişiye göre değişkenlik gösterebilir, sorgulanabilir. Bu nedenle blog yazılarımın üzerine düşünüp, sunmuş olduğum fikre ya da bilgiye kimi zaman katılıp kimi zaman katılmadığınız ya da aklınıza gelebilecek her türlü soruyu çekinmeden sorduğunuz bir tartışma ortamı yaratmanız sitenin, benim ve yazıları okuyan her bir bireyin gelişimine ışık tutar. Katkı sağlamak için blog yazılarının altındaki yorum bölümünü kullanabilirsiniz.

Güncelleme tarihi: 13 Ağu 2022

Her şey yolunda gidiyordu. Teneffüslerde bahçede koşup oynuyorduk, derslerimizde öğrenme sürecimiz olağan akışında devam ediyordu. Sarılmak, tokalaşmak, dokunmak, el kol şakaları, kısacası mesafe tanımayan ne varsa eğitiminin bir parçasıydı. Birlikte eğlenip öğreniyorduk işte, keşfediyorduk her yeni günü.

Sonra bir haber geldi; bir hastalık sarmış dünyayı. Salgınmış, tası tarağı toplayıp uzaklaşmalıymışız. Nasıl uzak kalınırdı ki? Uzak kavramı bile bize öyle uzaktı ki...

Kasırga gibi kaçırdı hepimizi, savurdu evlerimize, kapılar ardından uzağı yakın etmeye çalıştık Mart'tan beri. Şimdi de deniyor ki ikinci dalgası, tepe değeri, nüksetmesi, artış göstermesi, falanı filanı. Şubat'a kadar uzak, uzak olmaya devam edeceğe benziyor kısacası.

Öğrenmek, daha çekirdeğinden sosyal bir girişimdir. İnsanlar birbiriyle ve çevrelerindeki dünyayla olan iletişiminden öğrenir ne öğreniyorsa. Araya giren mesafeyle, ekranın karşısına geçip, göz teması bile kuramıyorken nasıl öğrenir ki insan? Hele çocuklar.... Nasıl saatlerce ekran karşısında durur, oturur, yazar, çizer, oynar, keşfeder ve öğrenmeyi gerçekleştirir? Olacak iş değildir!

Ancak eğitimin felsefesinde, öğrenmede neyin önemli olduğuna dair inançlarınız ve düşünceleriniz daha çok önem arzeder ve bunu nasıl aktardığınız. İnancınız ve düşünceleriniz sizi sarıp sarmalar ve bunları eylemlerinize dökmenizi sağlar. Sonuç olarak, öğrenme ister fiziksel varlıkla olsun ister sanal varlıkla inançla yapıldığı sürece öğrenme her ortamda gerçekleşir.

Bakın Araştırma Topluluğu Çerçevesi(2009) ne diyor: online öğrenme, birbirine bağlı üç varlıktan oluşur; sosyal varlık, öğretme varlığı ve bilişsel varlık.

Sosyal varlık, öğrencilerin sosyal ve duygusal benliklerini iddia etme, sınıf arkadaşlarını gerçek insanlar olarak görme ve çevrimiçi ortamda açık iletişim kurma yeteneğini ifade eder. Sınıfta öğrencilerin birbiriyle iletişime geçmesi, öğrenci kimliklerini oluşturmaları ve bu kimliklerle sınıf içerisinde varlıklarını sürdürmelerine olanak sağlayan zamanlar vardır. Peki bu sosyal varlık online eğitimde nasıl korunur ya da geliştirilir? İşte bu noktada öğretmene büyük iş düşmektedir. Bu kimlik oluşturma ve etkileşime geçme bölümüne öğretmenin daha fazla zaman ayırması ve daha fazla önem göstermesi gerekmektedir. Dersin konusuna geçmeden önce güvenli ve rahat bir sınıf atmosferi yaratmak için yine öğretmen yüz yüze eğitimde olduğundan daha fazla zamana ve efora ihtiyaç duymaktadır.

Öğretme varlığı, derste öğrenmenin tasarımı, öğretimi ve kolaylaştırılmasını kapsar. Uzaktan eğitimde olay, bir konuyu nasıl öğretirim ve elimde bu konuyu öğretmek için neler var diye düşünmektir (Flynn, 2020). Uzaktan eğitim, yüz yüze eğitime benzer ancak yüz yüze eğitimle arasındaki en belirgin fark öğretmenin nadiren öğrenciyle buluşması ve bu nedenle öğretmenin yüz yüze dersin sosyal atmosferini ve grup dinamik özelliğini yakabilmek için daha fazla çalışmasını ve efor sarf etmesini gerektirir. Uzaktan eğitim öğreten ve öğrenen için bu kadar zorlayıcılığının bir armağını olarak, öğretmene yaratıcılığını konuşturması için yeni imkanlar tanır. Uzaktan eğitimin en can alıcı eksikliği şayet eğitim içeriği başından sona yaratıcı bir şekilde dizayn edilmemişse katılımcıların yabancılaşma ve soyutlanma duygularına yol açabilecek bir algı oluşturmasıdır. Katılımcılar, desteğe, cesaretlendirilmeye ve motivasyon sağlayıcılara daimi olarak ihtiyaç duyarlar. Yine bu noktada iş yürütücüye ya da öğretmene kalmakta.

Son olarak, bilişsel varlık öğrencilerin sorgulama, diyalog ve yansıtma süreci yoluyla anlam oluşturma yeteneğidir (Garrison, Anderson ve Archer, 2000). Bu varlıklar arasındaki etkileşimi anlamak, derslerine çevrimiçi geçiş yapan öğretmenlerin ilgi çekici, öğrenci merkezli ve sınıftan yararlanan öğrenme deneyimleri oluşturmalarına yardımcı olabilir. Yani süreç baştan yapılandırılmasının yanı sıra süreç içersinde de yapılanabilecek esneklikte olmalı ve ders planları buna göre dizayn edilmelidir. Uzaktan eğitim, bir buluta eğitim materyalleri yüklenip öğrencinin bu eğitim materyallerini indirmesini ve okumasını söylemek değildir. Herhangi bir dijital ortama boşluk doldurmacalı, çoktan seçmeli, eşleştirmeli online çalışmalar koyup, öğrencinin bunları yapıp ,öğrenciyi bir başına bu çalışmalarla bırakmak demek de değildir.Evet, uzaktan eğitim öğrenciye bireysel ve bağımsız çalışma şansı tanır ancak bu, öğrencinin o materyale ne kadar aşina olduğu ve üzerinde ne kadar pratik yaptığına bağlıdır. Öğretmenler, öğrenme etkinliklerini daha küçük parçalara ayırmalıdır ve öğrencilere bu faaliyetler arasında kendi hızlarını göstermeleri için zaman tanımalıdır. Çevrimiçi öğrenmenin güzelliği, öğrencilere sağladığı esnekliktir.

Peki bir öğretmensek ya da online bir dersin yürütücülüğünü üstlenmişsek bu yukardaki bilgilerin ışığında ne yapmamız gerekir? Gelin şöyle bir özet yapalım:

  • Asla hiçbir şey varsaymayın : Yaratıcılık ve önceden planlama her zaman hem zamandan hem sosyal varlığın ihtiyacı olan içeriklerden kazanmanızı sağlar. Ancak online ortamlar öyle tahmin edilemez vakalara gebedir ki hiç bir şeyi önceden varsayamazsınız. O yüzden her daim esnek ders planları yapın. Bunun yanında öğrencilerin ya da katılımcıların online eğitimde en az sizin kadar bol miktarda desteğe, cesaretlendirilmeye ve motivasyonel girdiye ihtiyacı olduğunu unutmayın.

  • Doğru ortamı yaratın : Sosyalleşmeye ve grup dinamiğine zaman ayırın. Online bir ders, doğru ortamı yaratmazsanız ve bu ortam şayet öğretme varlığından yoksunsa çok az verimle gerçekleşecektir.

  • Sorunları açıkça ele alın: Online eğitim grubunuzda devam eden sorunları ve sorunların açık tartışmasını teşvik eden ortamlara izin verin ve proaktif olun. Birkaç basit kural belirleyin, ders sırasında uygunluk durumunuzu / zamanlarını belirleyin ve bunları katılımcılarınızla paylaşın. Zamanı ve içeriği öğrencilerinizle birlikte yönetin.

  • Katılımcı becerilerini geliştirin : Bilgilerin çevrimiçi ortamda nasıl oluşturulduğunu, özümsendiğini ve bunlarla nasıl başa çıkıldığını keşfetmek için öğrencilerinizle birlikte çalışın. Dersten en iyi şekilde yararlanmak için ihtiyaç duydukları becerileri kazanmalarına yardımcı olun. Bunları yaparken dijital araçlardan faydalanmayı unutmayın. Kendinize her hafta bir yeni dijital araç öğrenmeyi ilke edinin. Bu konuda öğrencilerinizden yardım ve destek alabilirsiniz. Ancak unutmayın az ve özlük her zaman yeğdir. Her sınıf için belirli birkaç dijital platform yeterli olacak ve kafa karışıklığını önleyecektir.

  • Yansıtmayı teşvik edin : Katılımcılara sadece çalıştıkları şeyleri değil, aynı zamanda çevrimiçi çalışma sürecini de yansıtmalarını sağlayın. İster senkron derslerde ister asenkron dijital platformlarda olsun öğrenmelerini yansıtmaları için her türlü imkanı onlara sağlayın.

  • Yansıtın ve gözden geçirin: Yürüttüğünüz her ders sorunları ve bu sorunları geliştirme potansiyelini size verecektir. Sadece siz öğrencilerinize geri bildirim vermeyin aynı zamanda onların da size geri bildirim vermelerini sağlayın ve onları dinleyin. Aldığınız geri bildirimler doğrultusunda eğitim içeriğinizi gözden geçirin ve her daim gelişmeye, öğrenmeye, sürdürebilir olmaya karşı açık kapı bırakın.

Yukarıdaki bilgilerin hepsi online ya da uzaktan eğitim üzerine yazılmış bir sürü makaleden derlenmiştir. Makalelere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:


Kaynakça:



Güncelleme tarihi: 13 Ağu 2022



Sınıfımda uyguladığım methodlar, çocukların hevesli tutumları, öğrenme süreçlerindeki gözle görülür ilerleme ve velilerden aldığım geri bildirimler, müzik ve dil öğrenimi arasındaki ilişki konusunda araştırma yapmam ve ÜtopÇa'ya yazı çıkarmam konusunda beni kamçıladı.

Müziğin, literatürde öyle kapsayıcı bir kullanımı var ki dil öğrenimini desteklemesi de şaşırtıcı değil aslında. Bunun nedeni ise müziğin ve dilin insanların birbirleriyle olan iletişimlerinde ve hatta kendilerini ifade etmelerinde ortak bir zeminde buluşmalarıdır.

Bir bebek, bir müzik notasıyla, bir kelimeyi yani şarkı söylemekle bir insanın konuşmasını aynı şekilde duymaya ve sesleri aynı şekilde üretmeye başlıyor. Erken yaşlarda beynin, müziğe ve dile birbirinden ayrı parçalar olarak bakmaması gibi dili, müziğin çok özel bir parçası olarak algılıyor. Bir iletişim formu olan konuşma durumumuzun ise asıl gelişimimizden ve müziği kullanma biçimimizden evrildiğini savunanlar da var. Bu da beynimizdeki müzikle ve dille ilişkili nöral bağların üst üste bindiğini ve müzikle haşır neşir olan bir çocuğun neden herhangi bir dilin, dil bilgisinde, kelimelerinde ve kelimelerin telaffuzunda daha iyi olduğunu açıklıyor.

Yedi yaşından önce müzik eğitimine başlayan çocukların, daha büyük bir kelime dağarcığına, daha yüksek sözlü IQ(Intelligence Quotient:Bilişsel Zeka)'ya ve daha iyi bir dil bilgisi algısına sahip olduğu kanıtlanmıştır. Bu sonucu, Guardian köşe yazarı, Liisa Henriksson-Macaulay'ın örneği de temellendirmektedir.

"Doğduğum ülke olan Finladiya'da ortalama bir vatandaş üç ya da beş farklı dili birden konuşabilmektedir- sonuçta kimse bizim karmaşık ana dilimizi anlamıyor. Ama Finlandiya'daki bebeklerin şarkı ve oyunlarla edindikleri temel müzik becerilerini, kendimize özgü erken yaştaki müzik eğitimi geleneğinin, Finli'lerin yabancı dillerdeki akıcılığını etkilemiş olması oldukça muhtemeldir."

Yine son zamanlarda dokuz yaş ve altındaki çocuklarla yapılan bir çalışmada, sadece bir saatlik müzik eğitimi alan çocukların, farklı aktiviteler yapan arkadaşlarına kıyasla, yabancı dillerdeki telaffuz ve dil bilgisinde daha yüksek yeterlilikleri olduğu sonucuna varılmıştır.

Müzik, kültürel ve sanatsal bir oluşum gibi görülebilir ancak son yıllarda bilişsel nörobilim alanında da sıkça

karşımıza çıkmaktadır. Müzik, beynimizin işitsel bölgesinin yer aldığı sağ beyindeki aktivasyonları uyarır. Bu da öğrenme ve hafıza; beynin esnekliği; algısal işlemler; ve ayna nöron sistemini devreye sokar. Böylece belirli sesler ve müzik notaları gibi görsel örüntüler sürekli olarak öğrenme sürecimiz boyunca, değişik algıları içine alarak bize geri bildirimlerde bulunur.

Dil gibi, müzik de hiyerarşik olarak yapılandırılmıştır. Diziler halinde düzenlenmiş değişik algılara hizmet eder. Böylece müzik ve dil, karmaşık ses işlemenin altında yatan beyin mekanizmalarının çalışmasında birbirlerini tamamlayıcı bir işlev görür. Bu yüzden de müzik ve enstrümanlar eğitimde ümit vaadeden yönerge araçları olarak kullanılmaktadır; Mozart Etkisi, Orff Schulwerk, Dalcroze Metod'u, Gordon'nun Müzik Öğrenme Teorisi popüler müziksel eğitim yaklaşımlarıdır.

Müzik ve dil ilişkisi sadece dokuz yaş altındaki çocuklara özgü değil elbetteki. Müziğin dil üzerine olan etkisi yetişkinlerde de görmek oldukça mümkün:

Posies ve REM'deki çalışmaları ile tanınan Amerikalı şarkıcı-söz yazarı Ken Stringfellow'u, müziğin yabancı dil öğrenme yeteneği üzerindeki etkisinin bir örneği olarak ele alabiliriz. Ken, on yıl önce, otuzlu yaşlarındayken Fransız bir kadınla evlendi ve kendine tamamen yabancı yeni bir dille tanıştı ve onu bir çırpıda öğrenebildi. Okulda 12 sene boyunca Fransızca eğitim gören ya da bizim gibi 12 yıl boyunca ilkokulda İngilizce eğitimi alıp da tek kelime konuşamayan yetişkinlerin yanında hiç bir eğitim geçmişi olmayan Ken'in bu kadar çabuk ve geç yaşta yepyeni bir dili öğrenebilmesi oldukça şaşırtıcı gelebilir. Ancak bebekliğinden beri kendini müziğe adamış olan Ken'in beyninin yetişkinlikte yeni bir dili öğrenirken gerekli olan söz dizilimi, anlam bilgisi ve telaffuz konusunda beyin kapasitesini oldukça arttırdığı aşikar.

Sözün özü, müziği hayatınızın içine yedirebildiğiniz kadar yedirin. Şarkı dinleyin, şarkı söyleyin, "kırk yaşından sonra olucak iş mi?" demeden bir enstrüman çalmayı öğrenin; kendinizi zorlayın ve hayatınıza yenilikler katın. Tek bir şeye kalkıştığınıza hayatınızda ne kadar çok şeyi değiştirdiğinize siz bile inanamayacaksınız. Eğer bir çocuğunuz varsa ya da çevrenizde herhangi bir çocuk varsa onu müziğe boğun, onunla dans edin, şarkının sözlerini tartışın, bağıra bağıra ya da yüreğinizle ama yanlış ama doğru şarkıyı hissedin.

Sınıf içi çalışmalar için aşağıdaki linklere göz atabilirsiniz:

1. Sınıf'ta piyano eğitimi alıp haftalık yalnızca on saatlik İngilizce eğitimi alan öğrencim:
1 . sınıflar için "food names" çalışması
1 . sınıflarla "prepositions" çalışması:

Kaynakça:



Güncelleme tarihi: 27 Oca 2020



Kendi kendime yapmaktan en haz aldığım şey kahvemi yudumlarken insan davranışlarını gözlemlemek. Hele ki ortamda bir çocuk varsa değmeyin keyfime. Davranışlarının arkasındaki nedeni keşfetmek, ihtiyacını o söylemeden sezebilmek, bir sonraki adımı tahmin edebilmek ya da asla bir sonuca varamayıp sonucunu hayretle izlemek -ikinci kısmı çok daha fazla yaşadığımı ve bundan çok daha fazla haz aldığımı itiraf etmeliyim sanırım bu noktada-. Bir yetişkinle ya da akranlarıyla kurdukları iletişime kulak misafiri olup sergiledikleri davranışla dillendirdikleri ihtiyaçlarının muhakemesini yapmayı da bu keyfin içine dahil edebiliriz.

Gelin benim gözümden daha önce bir çocuğu gözlemlediğim sahneye dönelim birlikte;

"Göl kenarındaki bir çocuk yerden bir taş alıp göle atıp ne olduğunu izledikten sonra durup yerlere bakınıyor."

Merak duygusuyla sorgulamaya başlıyorum;

"Çocuk şu an neden yere bakınıyor? Bunun nedeni nedir? Ne arıyor olabilir? Neye ihtiyacı var? Yaptığı eylemden onu alıkoyan neydi ki şimdi? Neden tatmin olmadı?"

Varsayım mekanizmam devreye giriyor;

"Bir taşla yetinmiş olamaz. Taşı beğenmemiş olabilir. Gölü değiştiremeyeceğini düşündüğünden attığı nesneyi değiştirme ihtiyacında olabilir. Taş değil de başka bir maddenin sudaki durumunu merak etmiş olabilir. Bir böcek görmüş olabilir. Yaptığı eylemden utanç duymuş olabilir. Canı sıkılmış olabi..."-varsayımlar beynimde dönerken çocuk varsayımlarıma bir dur deyip nedenini sergiler;

"Yerden farklı bir taş alıp onu göle doğru fırlatır ve yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle tatmin olduğu duygusu anlaşılır."

Bu senaryoda durumu tahmin edebildim ancak çoğu zaman hiç aklıma gelmeyen nedenlerle karşılaşabiliyorum ve bu çocuğun iç dünyasını anlamamda bana inanılmaz bir iç görü kazandırıyor. Sizde denemenizi tavsiye ederim, bulmaca çözmekten çok daha fazla keyif alacağınızdan eminim.

Gelelim konumuza; öğretmenliğe başladığımdan beri bu keyfi en çok yaşadığım anlar teneffüs saatleri. İletişim kurduklarımın yanı sıra sesimi çıkarmadan oyunlarını izlediğim, hayvanlarla iletişimine baktığım, duygu durumlarının değişimlerine birebir tanık olduğum pek çok çocuk oldu. Anlık davranışlarının yanı sıra okul sürecinde gösterdikleri değişimleri ve gelişimleri görmek ise apayrı bir duygu. Bu sürekli gözlem alışkanlığım bana önemli bir şeyi fark etmemde yardımcı oldu, "çocuk ebeveynlerinden ne görürse onu yapar, onları modeller" savını çürüttü.

Çocuk okula başladıktan sonra ebeveyninden çok sınıf öğretmenini aynalıyor.

Nasıl her ülkenin bir dili, bir kültürü, bir yapısı varsa, her sınıfın da kendine özgü bir kültürü, dili ve yapısı var. Sınıf öğretmenin konuşma tarzı, sesi, mimikleri, kelimeleri kopyalanıyor. Öğretmenin giyim tarzının izleri, çocuğun evde giydirilip gönderildiği kıyafetlerinin üzerine ekleniyor. Çocuk, öğretmenin o günkü enerjisini taşıyor. Öğretmen çocuğa hangi pencereyi açarsa çocuk dünyaya o pencereden bakmaya başlıyor.

Çocuk, sınıf öğretmeniyle hafta içi, gün içerisinde ortalama 8 ve üzeri saat vakit geçiriyor. Ebeveynleriyle ise yalnızca kaliteli geçirebileceği yine ortalama 4 saati kalıyor -çalışan ebeveynlerde bu saat sayısı elbette ki daha da az- . Bu da demek oluyor ki çocukla geçirilen kaliteli zamanın etkileri çocuk üzerinde doğrudan gözlemlenebiliyor.

Şu an çalıştığım okulda, çocukları gözlemlerken pek çok kez karşımda bir Esin Öğretmen, Gülnaz Öğretmen, Ali Öğretmen, Sebahat Öğretmen, Seda Öğretmen ya da Tuğba Öğretmen görüyorum.

Sınırların ve kuralların her daim farkında olup çocuk sevgisiyle bunu harmanlayan öğretmenin sınıfından yemekhaneye inerken sırayı bozmadan eğlenerek ilerlemeleri için açtığı şarkıyı çocuklardan birinin, bir sonraki hafta sonu gittiği parkta salıncak sırasını beklerken söylemesi gibi.

İhtiyaçla doğru orantılı rahatlığın, öğrenmenin odaklanmasını arttırdığının bilince olan öğretmenin öğrencisinin grup çalışmasında ve yerde gerçekleşen bir çalışmada ayakkabısını çıkarması gibi.

Adil olmaya her alanda özen gösteren öğretmenin öğrencisinin -yaşı 3'te olsa- oyun sırasını gıkını çıkarmadan beklemesi gibi.

"Başkaları ne der" endişesinde olmayıp, önemli olanın kapak değil işlev olduğu bilincinde olan öğretmenin öğrencisinin okula parmak arası terlikle gelip sosyal tabuları yıkması gibi.

Hayattaki her şeyin önce iletişim becerisine sahip olmakla başladığını benimseyen bir öğretmenin öğrencisinin kelimelerini seçerken özen göstermesi gibi.

Şimdi bir itiraf geliyor; "Bir branş öğretmeni olarak, çocuk üzerinde bu kadar büyük etkileri olduğunu görünce sınıf öğretmeni olmaya çok özeniyorum".

Bir yanıyla korkutucu bir tarafı da yok değil ama. Sahne ışıklarının hep üzerinde olduğunu hissetmek, attığın her adımın -kendince yanlış dahi olsa- küçük müritlerin tarafından tezahüratla karşılanıp benimsendiğinin bilincinde olmak, bir ahtapot gibi ellerinin her birinde bir aynayla dolaşma hissiyatını yaşamak çok zor.

Yine de bunu avantaja dönüştürmenin yolunu bulan -çalıştığım okuldaki öğretmenlerim gibi- pek çok öğretmen var. Aslında her şey kendini bilip, attığın adımlardan emin olmaktan geçiyor sanki çünkü sen neysen çocuk da o. Elbette hata da yapabilirsin. Yaptığın hatanın yansımasını çocuğun davranışlarından görebilir ve aynadaki görüntünle rolleri değiştirip hatanı düzeltmek için birlikte hareket edebilirsin. Tek yapman gereken çocuğu gözlemleyip, aynadaki görüntünle yüzleşmek. Hepsi bundan ibaret.


bottom of page