top of page

        Aşağıda okuyacağınız yazılar deneyim, bilgi ve ikisinin harmanlanmasından oluşan paylaşımları içermektedir. Doğruluğu kişiye göre değişkenlik gösterebilir, sorgulanabilir. Bu nedenle blog yazılarımın üzerine düşünüp, sunmuş olduğum fikre ya da bilgiye kimi zaman katılıp kimi zaman katılmadığınız ya da aklınıza gelebilecek her türlü soruyu çekinmeden sorduğunuz bir tartışma ortamı yaratmanız sitenin, benim ve yazıları okuyan her bir bireyin gelişimine ışık tutar. Katkı sağlamak için blog yazılarının altındaki yorum bölümünü kullanabilirsiniz.


Dil öğretimine dair anılarımdan biri, her daim hafızamda taptazedir ve ne zaman birinci sınıflara İngilizce öğretsem gözümde canlanır. Birinci sınıf bir öğrencime, hararetli bir şekilde sınıf kurallarını İngilizce olarak sıralayıp 2-3 dakika boyunca durmadan konuştum. Daha devam edecektim ki öğrencimden öfkeli bir şekilde benim taklidimi "blablablablabla" şeklinde yaparken buldum ve konuşmamı yarıda kestim. O an bir aydınlanma yaşadım. Bu çocuğa söylediğim her şey o an "blablablablabla" olarak duyuluyordu. Söylediğim sözcüklerin onda herhangi bir karşılığı yoktu. Ben bir 3 dakika daha konuşsam da beni anlamayacaktı. Ve o an teoride öğretilen, "anadili asla İngilizce öğretirken konuşmayın", "çocuk, senin bir kere Türkçe konuştuğunu duyarsa bir daha asla seninle İngilizce konuşmaz" klişelerinin, artık pratikte çoğu zaman işlemediğini anladım.


Yabancı dil(FL) eğitiminde, anadil(L1) kullanımı oldukça tartışmalı bir konudur.

Kimi eğitmen, dil edinim teorisine göre, öğrenilen dile sürekli ve yoğun bir şekilde maruz bırakmaya inanırken, kimi eğitmen ve hatta son on yılda yapılan araştırmalar ise anadilin, öğrenme sürecini hem öğreten hem de öğrenen için kolaylaştırıcı olduğunu savunuyor.

Öğretmenliğimin ilk yıllarında, derslerimde, lisans programlarımızda bize öğretildiği gibi, anadilim olan Türkçe'yi konuşmaktan bir günah gibi çekinirdim. Ancak yıllar geçtikçe, öğrencilerimin bazılarıyla, özellikle de hata yapmaktan çekinen, konfor alanından çok zor çıkan, özgüven becerisi geliştirmeye uğraşan ve yeni bir dil öğrenirken zorluk çekenlerle, yalnızca hedef dili kullandığımda, bu öğrencilerin dil öğrenme motivasyonlarında, kendilerine olan güvenlerinde, odaklanmalarında ciddi ölçüde azalma hatta öğrenmelerinde gerileme olduğunu gözlemledim. Bu öğrencilerimi gözlemleyip, anlamadıklarını gördüğüm noktada yanlarına gidip, yönergeyi anadilimde tekrar söylemek ya da zaman zaman onları yalnız yakaladığımda yanlarına gidip nasıl olduklarını sormak onları oldukça rahatlattı ve aramızdaki bağı güçlendirdi. Yaşadığım bu deneyimlerin Swain and Lapkin (2000) ve Macaro (2000)'nun yaptığı araştırmalarda da yerinin olduğunu görmek oldukça sevindirici.



Yabancı dil(FL) öğretirken hangi yolu tercih etmeliyiz?

Bir dil öğretmeni olarak, hangi yolu izleyeceğinize karar vermeden önce bazı net ayrımlar yapmanızı öneriyorum.

Öncelikle, öğrenci kitlenizin yaş aralığı çok önemli. Alandaki iki dil edinim teorisine göre (critical period ve brain plasticity), ilk eşik 5 yaş, ikinci eşik ise 12(ön ergenlik) yaştır. Bu yaşlardan sonra dili "edindirmek", yani bir bebeğin anadilini(L1) öğrendiği şekilde dili öğrenmek, çok zordur.

"Dil edindinimi"nde asıl hedef, anadilin(L1) üstüne konulan dili, ikinci bir dil(L2) olarak benimsetmektir. Beyin, edindirilen dili ilerki yaşlarda anadile(L1) yakın bir şekilde düşünür, konuşur, okur ve yazar. Bu nedenle şayet öğrenciniz 12 yaşından küçükse dili edindirme yoluna gidebilirsiniz.

Peki bu ne demek? Mümkün olduğunca yoğun tekrar, yoğunlaştırılmış girdi (hedef dilde diziler, filmler, çizgi filmler, şarkılar, dialoglar), yaşantısının her anına öğreteceğiniz dili adapte etmek, beden diliyle, taklit yoluyla, keşfeder öğrenmeyle, oyun yoluyla dili aşılamak demek. Bu noktada, anadili(L1) kullanmaktan kaçınmanızı öneririm. Yine de yazının başında bahsettiğim gibi istisna öğrencileriniz varsa, öğrenmeye karşı isteksizlik, çekinme ya da motivasyon kaybı görüyorsanız dozuna bağlı olarak L1 kullanabilirsiniz.

Kitleniz 12 yaşından büyük çocuklar, ergenler, hatta yetişkinlerse eğer, dili "edindirmeyi" değil öğretmeyi benimsemeniz hem sizin hem de öğrencilerinizin üzerinden büyük bir yük alacaktır. Çünkü bu noktadan sonra artık vereceğiniz dil, öğrencinizin ikinci dili(L2) değil yabancı dili(FL) olacaktır.

Yaş ve dil eğitim yaklaşımını belirledikten sonra, ikinci soru,


Öğretim esnasında anadili(L1) ne ölçüde ve nasıl kullanacağınız?


Bu soru her ne kadar öğretmene, öğrenci profiline, belirlenen dil hedefine göre değişiklik gösterse de araştırmalardan yola çıkarak birkaç ana başlıkta özetlenebilir:


Esas İşlevine ve Sosyal İşlevine Dikkat Ederek Kullanmak

Hall & Cook (2013) yaptığı araştırmalarda, öğretmenlerin sınıfta anadillerini yalnızca dili öğretme amacıyla konuştuklarını keşfetmiş. Yani, dilbilgisi yapısı veya kelime öğretiminde, ya da öğrencilerin anlatılan konuyu kavrayıp kavramadıklarını tespit ederken, öğretmenler anadillerini kullanıyorlar. İlginçtir ki bize öğretilenin aksine, anadili, bu fonksiyonuyla kullanmanın, dil öğrenimini sekteye uğrattığına dair alanda herhangi bir bulgu yok. L1'ın sınıfta sıklıkla kullanıldığı ikincil fonksiyon ise yönerge vermek ya da sınıfı yönetmek.

Derslerimde öğrencilerime, isimlerine, Türkçe'de samimiyet gösteren -cim, -cım ekini getirdiğimde, dikkatlerini çektiğimi, aramızda kurulan duygusal bağın kuvvetlendiğini, onlardan beklediklerimi koşulsuz olarak yerine getirmek için çabaladıklarını fark ettim. Hedef dile, anadilinizden transfer ettiğiniz bu küçük eklemeler bile bu kadar büyük etki yaratabiliyor.


Sandviç Tekniği Uygulamak (iki ucun yabancı dil tümcesinin arasına bir anadil sözcüğü)

Sınıftaki başlıca konuştuğunuz dil kesinlikle hedef dil olmalı. Beden dilinizle gösteremeyeceğiniz, anlamı karmaşık ve verdiğiniz görevin içeriğinin, yönergenin kendisinden daha önemli olduğu noktalarda tek kelimelik açıklamaları anadilinizde kullanabilirsiniz. Örneğin; "match the words with the pictures on your own" yönergesinde "match" kelimesini vurguladıktan sonra "eşleştir"; "on your own" söz öbeğini vurguladıktan sonra "kendi kendine" demek gibi.


Çift Dilde Görseller Kullanmak

Anadilin, yabancı dil öğretiminde rol oynadığı diğer bir etkili yöntem ise görseller kullanmak. Okulunuzda ya da sınıfınızda içeriğin, dilin kendisinden önemli olduğu posterler(sınıf kuralları, yardım ifadeleri, başlıklar vb.), sınıf içi yaptığınız çalışmaların açıklamaları, ya da sık kullandığınız yönergelerin flashcardları gibi.


Çevirmen Olarak Diğer Öğrencilerden Yardım Almak

Anadili sadece siz konuşmak durumunda da değilsiniz. Bir yönergeyi, ya da içeriğin önemli olduğunu düşündüğünüz bir konuşmayı, hedef dilde akıcı ve doğru konuştuğunu düşündüğünüz bir öğrenciden anadillerinde, tekrar aktarmasını rica edebilirsiniz.


"Anadil Zaman"ları Yaratmak

Özellikle küçük yaşlarda, yabancı dile sürekli maruz kalmak, daimi olarak yüksek odaklanma gerektirir. Bu da beraberinde yorgunluğu ve sıkılma, bıkma duygusunu tetikler. Bu anları hissettiğinizde öğrencilerinizi şaşırtın. Ders planınızın gidişatına göre 2-3 dakikalık "L1 Zamanı" verin. Bu kısacık anadile dönüş, öğrencilerinizin odaklanmasını arttıracak, bir silkelenme anı ve algısal bir rahatlamaya yol açacaktır.


Grup Çalışmalarında L1'a Göz Yummak

Grup çalışmalarında, öğrencilerin hedef dili kendileri deneyimleyerek aralarında dialog kurmaları muhteşemen bir beceri örneğidir. Ancak konular zorlaştıkça grup çalışmalarında ortak bir karara varmak ve bir ürün çıkarmak güçleşir. Bunu bir de yabancı dilde yapmak sürecin verimini etkiler. Eğer grup çalışmasındaki kazandırmak istediğiniz beceri konuşma ya da dinleme değilse, grup içi iletişim dilini anadilde yapmalarına göz yumabilirsiniz. Hatta bu tip grup çalışmalarında öyle anlara şahit oldum ki akran öğrenmesi ve dil geçişi sayesinde benim öğretemediğim kelimeleri, öğrencim öğrencime doğru telaffuzla doğru içerik içersinde kullanarak öğretebildi.


Sözün özü, yabancı bir dil öğretirken, anadili kullanmak bir günah değil sevgili dil öğretmenleri. Hatta, -elbette ne kadar kullandığınıza ve hangi amaçla kullandığınıza bağlı olarak değişeceği gibi- artık literatürde, dil öğrenimine katkı sağladığı kanıtlanan bir gerçek. Bu gerçeğin dayandırıldığı araştırmaların linklerini aşağıda paylaşıyorum. Hatta dilerseniz, Cambrigde'in bu konuda yazdığı makalede sözü geçen "Sınıfta Anadil Kullanımı Anketi"ni sizler de kendi öğrencilerinize uygulayıp beklentilerini ölçebilirsiniz.




Yabancı dil öğretiminde anadilin iyileştirici ve birleştirici gücünü keşfettiğimde, zihnimize kazınan klişeleri yıkan diğer bir anıyla bitirmek istiyorum yazımı:

İngilizce konuşma konusunda kendini güvende hissetmeyen öğrencilerim, Türkçe konuştuğumu duydular ya da her ne kadar saklansam da beni Türkçe konuşurken duyan, İngilizce'yi akıcı ve doğru bir şekilde konuşan öğrencilerim de oldu. Onlara

"Seninle İngilizce mi Türkçe mi konuşmamı isterdin?"

diye sorduğumda cevap ilginçtir ki istisnasız hep

"İngilizce"

olmuştur. Yani siz ister anadilinizi konuşun, ister yabancı dili, öğrenci, sizi hedef dilin öğretmeni olarak kabul ettiyse bir kere, sizden hep hedef dili duymak isteyecektir. Dolayısıyla kaygılanmayın, öğrencilerinize ve öğretmen sezilerinize güvenin, ihtiyacı fark edin, öğretmek istediğiniz dille kendinizi de öğrencinizi de kısıtlamayın, sadece vermek istediğiniz mesaja odaklanın.



Kaynakça:

  1. Hall, G. & Cook, G. (2013). Own-language Use in ELT: Exploring global practices and attitudes. London: British Council. 31st December 2018.

  2. Macaro, E. (2000). Issues in target language teaching. In Field, K. (Ed.) Issues in Modern Foreign Languages Teaching. Abingdon, Oxon: Routledge: pp. 171–189.

  3. Swain, M. and Lapkin, S. (2000). Task-based second language learning: the use of the first language. Language Teaching Research, 4(3): pp. 251–274.

  4. https://www.cambridge.org/ai/files/6315/7488/4318/CambridgePapersInELT_UseOfL1_2019_ONLINE-2.pdf





Güncelleme tarihi: 1 May 2023


Bünyesinde Macmillan, Blackcat, Helbling, Ricmond gibi yayımevlerini barındıran Unlimited Education Services şirketi, 2-3-4 Mart tarihlerinde, Antalya Trendy Lara’da, dünya çapından eğitim alanında uzman ondan fazla ismi, muhteşem bir organizasyonla biz, eğitim liderleriyle buluşturdu. Okuldaki yaşantımızın hızından ve yoğunluğundan biraz olsun uzaklaşıp aldığımız bu d erin nefes, tekrar o yoğunluğun içine inanılmaz büyük bir motivasyon ve aldıklarımı uygulama heyecanıyla girmemi sağladı.

Ülkemizde son bir ayda yaşadığımız deprem felaketi ve sonrasında gelen her anlamdaki yıkımı, gerçekleşen eğitimin bu yılki ana teması seçilen “kadın”la harmanlayıp, Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği yıkılmaz kolonları olan Nüzhet Gökdoğan, Adile Sultan, Selim Sabit Efendi gibi nicelerini bizlere coşkuyla anlatan isim Sunay Akın oldu. Bu isimleri ve gerçekleştirdiklerini hafızalarımızda yaşatıp kültürümüze nakşedebilirsek bu ülkenin sarsılamayacağını vurguladı Sayın Akın. Bu çarpıcı açılış konuşmasından sonra sorumluluğumuzu sırtlanarak, eğitim alanında pek çok farklı konuya değinen uzmanları ve onların konuşmalarından aldığım notları alt başlıklar halinde sunmak istiyorum:


Herbert Puchta - İlkokul Çocuklarıyla Sosyal-duygusal Öğrenme: Bir trendten çok daha fazlası olabilir mi?

Öğretmeni, elindeki materyallerle dengede durmaya çalışan bir ip cambazına benzeterek başladı konuşmasına Puchta. Öğretmenin sınıfın lideri olduğu ve liderliğin ise, insanların içinde barınmak isteyeceği bir ortam oluşturmak olduğunu vurguladı. Peki çocuklar, her gün girdikleri o dört duvar arasındaki dünyada neden barınmak istesin? Bir öğretmen nasıl bir sınıf iklimi yaratmalı ki çocuk içinde yeşermek istesin?

  1. Hakiki, içten gelen hislerle oluşturulmuş duygusal bağ ile,

  2. Çocuğun çevresinden edindiği görüşleri özgürce ifade edebilecek ortamı bulmasıyla,

  3. Öğretmeninin de içinde bulunduğu gerçek yaşamı içine alan hikayelerle.

Kendi öğrencilik yıllarınıza dönüp bakın. Hangi öğretmen ya da öğretmenler hafızanızda hala canlı? Bize “öğrencilik yıllarınızdan bir hikaye anlatın” desek, hangi öğretmeninin olduğu hikayeyi seçerdiniz? Cevap yukarda Punchta’nın listelediği maddelerden herhangi birine dayanmıyorsa yazının altında bunu tartışalım :)

Böyle bir sınıf iklimini yaratmak, öğretmenin kullandığı dil ile yakından ilişkili. Örneğin, bir öğrenci size gelip “dedem ölmek üzere” dediğinde, “Malesef hayatın işleyişi böyle” demek yerine “Acını ve hissettiklerini anlıyorum. Bunu duyduğuma gerçekten çok üzgünüm. Seni nasıl daha iyi hissettirebilirim?” gibi empatik yaklaşmak, ya da “Benimle hiç kimse arkadaş olmak istemiyor.” diyen çocuğa, “Acaba ne yaptın da seninle arkadaş olmak istemiyorlar” gibi imalı ve suçlayıcı yaklaşmak yerine “Bu gerçekten can sıkıcı bir durum. Senin için zor olmalı. Arkadaşlık kurmak adına neler yaptın bana da anlatır mısın?” gibi yine hem empatik hem de çözüm odaklı yaklaşmak yukarıda bahsi geçen duygusal bağı kuvvetlendirecek bir dil bütünlüğü sağlayabilir.

Kullanılan yapıcı dilin yanı sıra, son dönemlerde yapılan araştırmalar okula ya da sınıfa girdiğinde öğrencileri karşılamanın başarıyı yüzde 20 arttırdığını ve rahatsız edici davranışları yüzde 9 oranında azalttığını gösteriyor (Cook, Fiat & Larson, 2018). Bu yüzden Puchta, sabah karşılama rutini edinmemizi öneriyor.

Sosyal duygusal gelişimde önem arzeden bir diğer konu, düşünce özgürlüğünü ve özgür ifadeyi destekleyen sınıf ortamı yaratmaktır. Buda ancak, sadece öğretmenin içeriğe karar verdiği bir sınıfla değil, çocuklara seçenek verilerek, onların da fikrinin alındığı ve önemsendiği bir öğrenme ortamı yaratmakla mümkün. İşte bu noktada, öğrencilerinizi tanımak, onların ilgisine ve öğrenme şekline yönelik aktivite önerileriyle gitmek her zaman sınıf iklimini olumlu etkiler. Örneğin, işlediğiniz konunun değerlendirmesini yalnızca verilen bir çalışma kağıdıyla değil, bir dans figürüyle, bir posterle, bir infografikle, bir drama skeçiyle ifade etme seçeneği verebilirsiniz.

Puchta, eğitim camiasında oldukça tartışılan değerler eğitimi konusunu da netleştirdi. Değerlerin, yazılan bir eğitim içeriği olarak verilmesindense, gerçek bir hikayeden yola çıkarak ya da öğretmenin hayatına yedirdiği değerleri modellemesiyle mümkün olabileceğini belirtti.

Benim sosyal duygusal öğrenmeden çıkarımım, çocukların hayallerini törpülemeden, genel geçerliliklerle onları sınırlamadan, isterlerse her şeyin mümkün olduğunu, bunu mümkün kılmak için önce yapabileceklerine inanmalarını ve bunun için vazgeçmeden çalışmaları gerektiğini onlara hissettirmek, onları gitmek istedikleri yolda desteklemektir.


Katy Kelly - Çocuklarla Öğrenmeye Hazırız: Çocuklarda Yaratıcılığı Geliştirmek

Kelly, öyle bir enerjiyle çıktı ki sahneye, sunumunun ana söylemi olan “What can we do?” (Ne yapabiliriz?) anını yaşattı. Biz bu enerjiyle ne yapacaktık? İşte çocuklara da ders içeriklerimizde bu anları ne kadar yaşatabilirsek, hafızalarında o kadar çok yer ediniriz. Tıpkı Kelly’nin bizim hafızalarımızda edindiği gibi.

İnsan psikolojisi genelde bir şeyi yapmak istemiyorsa, onu mümkün kılmayacak pek çok bahane bulur. Elinde olup değiştirebileceğine değil de değiştiremeyeceklerine saplanıp kalır. Böylece "denedim ama benim elimde değil ki" der ve işin içinden sıyrılır. Biz öğretmenler de çoğunlukla, bizim insiyatifimizde olmayan yıllık planın yoğunluğundan, zamanın yetersizliğinden, yönetim ve velinin uç beklentilerinden yakınır dururuz. Bunların hepsi gerçek ve bizi hakikaten sınırlayan zorluklar. Peki ya değiştirebileceğimiz, elimizde olan ve zorluğu ya da kolaylığı bize bağlı olan gerçeklikler?

Bizden bekleneni ve isteneni açıkça anlamak, birbiriyle iç içe geçen bir yaklaşım benimsemek(yönetim, veli, çocuk üçgeni), kendimize, sınıfımıza ve çocuklarımıza uygun aktiviteler seçmek, çocuklara söz hakkı tanımak, kendi bakış açımızı, inançlarımızı empoze etmek yerine, kulağa ne kadar saçma da gelse onlardan gelen aykırı düşünceleri de dinlemek. Bunları ne kadar yapabiliyoruz? Daha da önemlisi bunları nasıl yapıyoruz?

  • Her şeyin merkezine öğretmen olarak kendini koymaktan vazgeçtiğinde. Sınıfında ve okulunda iş birliğine açık olduğunda. İpin bir diğer ucunu takım arkadaşına, yöneticine, veline, çocuğuna verdiğinde.

  • Sadece gideceğin hedefi değil, yolculuğun kendisini öğrenmenin gerçekleşmesi olarak gördüğünde,

  • Çocukların özgür düşünebileceği ortamlar yarattığında,

  • Cesaretlenip, cesaret verdiğinde,

  • Doğru soruları, doğru zamanda sorduğunda,

  • Tek bir doğrunun varlığını değil, olasılıkları da kabullendiğinde

dönüp bir daha bak değiştiremeyeceklerine. Hala aynı yıkılmaz dağımı görüyorsun yoksa yalnızca çocuklarla elele aşılması gereken bir patika mı?


David Spencer - Kimse Geride Kalmasın. ELT Sınıflarında Kaynaştırma ve Çeşitlilik


Spencer, “Öğrencilerinizde karşılaştığınız farklılıklar neler?” diye bir soruyla başladı konuşmasına. Dil öğretmeni olunca, hemen sıraladım, dil seviye farklılığını, ilgi alan farklılığını ya da öğrencilerin anlık değişen ruh hallerini. Oysa ki en dibe inmek gerekiyor farklılık diyince. Cinsiyet, karakter, sosyo-ekonomik durum, kültür ve dil geçmişi, öğrenen profili, veli beklentileri ve ilgi alanları vs. Bir öğretmen olarak bu kadar farklılığa tek bir ders planı yazıp hepsine aynı aktiviteleri yaptırıp, aynı sonucu beklemek adil mi hatta daha da ileriye gidelim hak mı?

Audre Lorde demiş ki,

“Bizi ayıran farklılıklarımız değil, bu farklılıkları tespit etme, kabul etme ve kutlama yetersizliğimizdir”.

Siz çocuklarınızın farklılıklarının ne kadarını tespit edebildiniz? Tespit ettiğiniz farklılıkların hepsini kabullenip buna uygun içerikler oluşturabildiniz mi? Bu içeriklerden çıkan sonuçları, size göre ne kadar az olursa olsun, ne kadarını kutlayabildiniz? Bir durup düşünelim mi hep birlikte?

David Spencer’ın çalışmalarını takip etmek, verdiği eğitimlerden haberdar olmak isterseniz: https://www.facebook.com/teachwithdave


Jason Levine - İletişim Becerilerini Geliştirmek ve Edebiyat Sevgisini Beslemek için Müziğin, Şarkı Sözlerinin ve Videonun Gücünü Ortaya Çıkarmak

Daha önce müzik ve dil güçlü ilişkisini kaleme aldığım yazımda da belirttiğim gibi, beyin dili müzikle, ritimle çok daha kolay öğrenir. Bu yüzden derslerimde özellikle küçük gruplarla ukulelemi alıp bir ritim tutururum öğrenmelerini hedeflediğim kelimelerle. Peki ya İngilizce’yi raple öğrenmek? Muazzam bir fikir! Bu kısmı böyle kuru kuru cümlelerle anlatmak istemiyorum, yüreğimi hoplatıp, sözlerini söylemek için can attığım, lezzetli şarkıları benimseten Jason Levine Black Cat kanalıyla sizi baş başa bırakıyorum.



Eğer bir dil öğretmeniyseniz ve öğrencileriniz readerlardan pek haz etmiyorsa, The Black Cat’in seviye kitaplarını kapın ve okumadan önce onlara bir Cathcy English kanalından Jason Levine açın.


Yavuz Samur - Oyun, Oyunlaştırma ve Eğitsel Oyun Tasarımı

Kaç kere aldım bu eğitimi Yavuz Samur’dan gerçekten artık sayamıyorum. Ancak içeriği ezberlememe ve derslerimin her anında onun oyunlarını kullanmama rağmen, Samur’u dinlemekten ve her seferinde bir dolu kitleyi oyunla büyülemesine şaşırmaktan bıkmayacağım.

Bırakın diyor tüm bahaneleri kenara, zamanın yetersizliğini, müfredatı, materyal yoksunluğunu, kötü hava şartlarını, yönetimin izin vermeyişlerini, gürültü çıkarmayı, yorgunluğu, oyu, buyu. Oyuna vakit ayırın! İnanın bu boşa giden bir zaman değil, yukarda bahsedilen tüm o sosyo-duygusal öğrenme, hiç bir öğrenciyi geride bırakmama, öğrenci yaratıcılığını ve özgürlüğünü beslemeyi içine alan sihirli kelime, “OYUN”.

Çocuk oyunla iyileşir.

Peki hangi oyunlar bunlar? Samur’un yaptığı araştırmada, çocukların okulda oynamak istediği ilk beş oyunda şaşırtıcıdır ki dijital oyunların hiç biri yok aksine sosyal becerilerini geliştirdikleri, beraberliği odağına alan takım oyunları var. Futbol, saklambaç, basketbol, yerden yüksek ve voleybol gibi. Ancak yapılan diğer araştırmada okul öncesi grubunda eğitim içeriklerinde oyunun yerini geniş kapsamda görürken, ilkokul, ortaokul, lise, üniversite ve sonrasında, her kademe başındaki sınıf seviyelerinde oyunun izlerini görürken, son sınıfta oyunun esamesi okunmuyor ne yazık ki. Oysaki oyunla edinilen içerik, hafızamızda uzun süre kalıyor ve silinmiyor. Her dersin işlendiği ortamı değiştirince, beyin içerikle mekanı eşleştirip kodluyor. Bahçede işlediğimiz bitkinin bölümleri dersinde şunları öğrenmiştik diyor ya da içeriği hikayeleştirip duygularımızı işin içine kattığımızda kalıcı öğrenme sağlanıyor. Sık ancak çeşitli yollarla tekrar edilen konular unutulmuyor. Bir derse hareketlendirici bir oyunla başlayıp, sonrasında öğretmek istediğimiz içeriği verip, en sonunda da değerlendirmeyi bir oyunla yaptığımızda verilen içerik kalıcı hale geliyor.

Vereceğiniz içeriği keyifle anlatmak, keyifle atılan kahkahayla karşılık bulmak dururken, neden tek düze dersleri tercih ederiz ki? Biz kahkaha atmaktan ve attırmaktan ne zaman vazgeçtik ya da neden vazgeçtik?



Steven J. Ogden - Üretken Olmak! Öğrenenlere Yazmaları için İlham Vermek

Yabancı dildeki en son gelişen beceri her zaman “yazma” olmuştur. Düşünceleri toplarlamak, organize etmek, doğru ifade edebilmek, kendini tekrar etmeyen cümleler kurmak, sözcük seçimleri, yazı denetimi ve kontrolü vb. pek çok ayrı aşamayı entegre bir biçimde düşünmeyi gerektiriyor. Bu nedenle özellikle erken yaşta yabancı dil öğrenenler ve erken yaşa öğretenler için oldukça sancılı bir süreç. Çocuklara yazmayı nasıl sevdirebilirim, nasıl daha kolay aşamalandırabilirim, nasıl onları doğru şekilde yönlendirebilirim de bu süreç onlar için kolay ve zevkli bir süreç haline gelir diye düşünürken, tam da bu beceriyi odağına alan Steven J Ogden’in atölyesine katıldım.





  1. Başlamak

  2. Analiz Etmek

  3. Pratik Yapmak (gözden geçirmek, düzenlemek)

  4. Planlamak ve Organize etmek

  5. Taslak Oluşturmak

  6. Yayımlamak

Küçük büyük yazmaya başlayan herkesin takip etmesi gereken sıralama budur. Başlayabilmek için gereken beyin fırtınasını ateşledikten sonra elbette. Belki başlamadan önce, tüm sınıf olarak, yazıda kullanılabilecek kelime bulutu çıkarılabilir. Çocukların bu buluttan kelime seçerek başlanması sağlanabilir. Analiz kısmına geldiğinde, yarı yapılandırılmış hedef dil bilgisi yapıları verilebilir ve öğrencilerden bunları tamamlaması beklenebilir. Yazı yayımlanana kadar yazar sürekli yazdığı metni gözden geçirmeli ve düzenlemelidir. Bu aşamaya ihtiyaç duyuldukça geri dönülür ve süreç devam ettirilir ta ki yazı ortaya çıkana kadar. Çocuk yazdığı her paragraftan hatta bazen her cümleden sonra sözlü ve yazılı geri bildirime ihtiyaç duyar. Verilen geri bildirimi anlayıp uygulamak da sabır, sebat, kararlılık gibi becerileri içerir. Gördüğünüz gibi çocuk, okuma ve yazma becerisini aktif olarak kullandığı harmanlanmış bir süreç izliyor. Yazma eğitimi uzun soluklu ve karmaşık bir yolculuktur.

Daha büyük yaş gruplarında yazım şekillerini bilmek de öğreneni yolda tutar ve hedefe doğru yürümesinde yardımcı olur. Hikaye anlatısı, betimsel anlatı, bilgilendirici anlatı, düşünce anlatısı ya da günlük yazma bunlardan birkaçıdır. Bu anlatı türlerini yetişkin eğitiminde yazıya başlamadan vermek, yazım sürecinde öğrenciye büyük fayda sağlayacaktır.

Az çok bilinen bu süreçleri pekiştirmemi sağlayan Ogden, atölyeye hepimizin şu sıralar göz hapsinde olan ChatGPT’den örnekler vererek başlamıştı. Tüm bu yukarda bahsedilen süreçleri kendi süzgecinden geçirip bizlere sunan bu yapay zeka programı, hem öğretmenin hem öğrencinin hayatını oldukça kolaylaştıracağa benziyor. Benim kendime çıkarımım, özellikle okuma ve yazma becerilerine odaklandığım farklılaştırılmış aktivitelerimde ChatGPT’ye dili basitleştirmesini ya da zorlaştırmasını söylemek ve yazdığı metinlerden yola çıkarak çalışma kağıtları ya da değerlendirme araçları hazırlamak oldu. Hatta bu yazının başlığında bile ChatGPT'nin parmağı var diyebilirim :)

Eğitimle dolup taştığım iki koca günü özetlemek benim için zordu umarım okuması sizin için kolay olmuştur.

Her bir ayrıntıyı düşündükleri, en ufak bir aksaklığa mazur bırakmayacak şekilde planlanmış bu kapsamlı ve nitelikli program için emeği geçen herkese, UES ailesinin her bir ferdine, öğrenmeye aç olan öğretmenlere, bir ziyafet sunan eğitim uzmanlarına çok teşekkür ederim. Alanda daha nicesini görmek ve bu ülkenin çökmeyeceği eğitimle sağlamlaştırılmış nice kolonlar örmek, ördürmek temennisiyle…


Güncelleme tarihi: 1 May 2023


"Yıllardır bir kurstan diğerine koştum", "özel hocalara hem zamanımı hem paramı akıttım", "başından çok sıkı tuttum sonra ipin ucu kaçtı gitti", "bu yaz kesin halledicem şu işi", "ben öğrenemedim bari çocuğum öğrensin", "ne yapsak ne etsek 'onlar' gibi konuşamayacağız", "zor abi zor iş bu yaştan sonra öğrenmek".,,

Bir yerlerden tanıdık geldi mi tüm bu söylemler?

Bir anket yapılsa, eminim Türkiye'nin yüzde sekseni İngilizce diliyle ilgili ilk on ifadede bunlar geçecektir. Peki neden mi bir türlü olmuyor? Bir İngilizce öğretmeni olarak naçizane fikirlerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Çünkü İngilizce, korkulu rüyamız.

Korku öyle güçlü bir duygudur ki beyin ister istemez kendini korku duyduğu şeyden uzakta tutar. Ancak korku da diğer tüm duygular gibi yalnızca bir hisle başlar. Ama okulda sevmediğiniz bir İngilizce öğretmeninden, ama yapamadığınız bir sorudan, ama dışarda karşılaştığınız bir yabancıya veremediğiniz bir cevaptan, ya da "hadi bakalım evlat konuş bakalım İngilizce'de görelim" baskısından. Her ne olursa olsun mutlaka geçmişinizde İngilizce korkusunu yaratan bir hissiniz vardır ve unutmayın ki bu sizin beyniniz de yarattığınız bir oluşumdur.

"Bu korkudan kurtulmanın yolu nedir?" diye sorarsanız, "İngilizce, Türkçe'den çok çok daha basit bir dildir" cevabını verip üzerine bir de "İngilizce bu kadar basit bir dil olmasa tüm dünyaya bu kadar hızlı yayılıp 'lingua franca' (ortak dil/dünya dili) seçilmezdi" deyip bir önceki cümlenin sağlamasını yapabilirim. Önce "zor" algısını kafanızdan uzaklaştırıp, yeni bir dil öğrenmenin ve getirilerinin heyecanına kendinizi bırakın.

Çünkü yaş alıyorsunuz.

Yapılan araştırmalara göre, beyin beş yaşına kadar esnek bir yapıdadır ve sünger gibi verilen her bilgiyi "doğru/yanlış" demeden çeker. Ancak beş yaşından sonra yavaş yavaş esnekliğini kaybetmeye başlar. Bu elde var bir. Erginlik döneminde beynin çalışma hızı bir yetişkine göre kat be kat fazlayken, yaş aldıkça beynin çalışma hızıyla birlikte öğrenme hızı da düşmeye başlar. Bu da iki. Maalesef fizyolojimiz bu şekilde. Dolayısıyla imkansızı kendinizden de çocuklarınızdan da beklemeyin. Bir "İngiliz" ya da "Amerikalı" gibi akıcı ve doğru konuşmayı kendinize dert edinmeyin. Tabi eğer beş yaşına kadar İngilizce dilinin ana dil olduğu bir ülkede büyümediyseniz.

Küçük bir tavsiye; bu beyin esnekliği sayesinde çocuğunuza doğumundan itibaren verebildiğiniz kadar dili verin. "Aklı karışır" diye sakın düşünmeyin. Emin olun büyüdüğünde size minnettar kalacaktır.

Çünkü İngilizce ana diliniz değil.


Aslında bu madde, ikinci maddeyle ilintili. Size bunu şöyle açıklayayım; doğduğunuzdan itibaren beş dilin birden konuşulduğu bir ülkede olsaydınız, muhtemelen hangi dile en uzun süre maruz kalmışsanız o dili akıcı biçimde konuşuyor olurdunuz. Ancak ülkemizde yalnızca bir resmi dil var o da tüm dillerin bence en güzeli olan Türkçe'miz.

Ne yapılabilinir; bol bol yurtdışına çıkın, korkmadan, çekinmeden konuşun, -mümkünse- yabancı bir mektup arkadaşı edinin (mektup arkadaşınız olmaya talibim!), -imkanınız varsa- İngilizce'nin resmi dil olduğu bir ülkede mümkün olduğunca kalın, İngilizce dizi izleyin, müzik dinleyin, -belirli bir seviyedeyseniz- kitap okuyun ve hepsinden önemlisi; meraklı olun, sorun, sorgulayın, araştırın.

Çünkü eğitim sistemimiz teori odaklı.

Bu konuda kendinizi değil, eğitim sistemini suçlayabilirsiniz. Geçmişe dönüp, gördüğünüz İngilizce derslerini bir hatırlamanızı rica edeceğim. Ezberlemek için beş, on, yirmi, elli kere yazılan kelimeler, bir kalıbı on kere tekrar eden yabancı bir kadın ya da erkek sesi, Mr&Mrs Smith ailesi, "how are you today fine thanks and you fine thanks sit down" tekerlemesi...Tamamen yanlış falan asla demiyorum-ki buna karar verebilecek yetkinlikte de değilim- ama eski ve yavaş. 21. yüzyıla uygun pratiklikte değil. Evet, dilbilgisi, telaffuz, noktalama işaretleri, kelime haznesi önemli ama bunlar yalnızca kitapta kalırsa hiç bir değeri yok. Bilgi işlendikçe anlam kazanır ve hafızaya kazınır, papağan gibi amaçsızca tekrar edilerek değil.



Toparlayacak olursak, lütfen, İngilizce'yi amaç değil araç olarak görün. Çünkü dil öğrenmenin asıl amacı önce insanları sonra medeniyetleri bir araya getirmek, bilgi paylaşımını yaymak ve gelişimi sağlamaktır. Sizin de kişisel amacınız her ne ise (yurtdışında okumak, çalışmak, kız/erkek arkadaş edinmek, profesyonel yaşamınıza katkı sağlamak ya da sadece merak) ona odaklanın, motive olun ve öğrenirken ki süreçte kendinizin en ufak bir gelişimi için kendinizi takdir edin, ödüllendirin. İngilizce'yi fobiniz değil, hobileriniz için bir araç haline getirin.


 

bottom of page