Yeditepe Üniversitesi'ne gelmeden önce hayli önyargılıydım. Acaba eğitim iyi midir? Reklamı yapıldığı kadar başarılı mıdır? Bu okul bana ne katabilir ki?! Bir takım kulaktan dolma bilgiler neredeyse bu okula ve bu bölüme gelmemi engelleyecek ve belki de tüm hayatım pişmanlıklarla geçecekti. “İngiliz Dili ve Edebiyatı”, gerçekten tam bir Alice in Wonderland’ti benim için. Başta bir beyaz tavşanın peşine takılıp düştüm o delikten içeri. Bambaşka bir dünyaya açıldı anahtar deliği; Normandiya Savaşı'nın tam ortasıda buldum kendimi ve konuşulan dili bilmeyerek başta anlamaya çalıştım o ülkeye adını verenleri, tarihini, dilini, gelmiş geçmiş Beowulf gibi kahramanlarını. İçince bal özlü biradan bir kadeh kendimi Canterbury’deki seyyahlardan biri olarak buldum Orta Çağ’ın bakir İngiltere yeşilliklerinde. Okudum, çok okudum, okudukça hayaller alemine daha da çok daldım. Shakespear’in neyi varsa neyi yoksa artık benim, özümsedim. Geceleri Lady Macbeth götürüyor beni yatağıma öyle etkilendim. Milton’ın ağırlığını kaldıramasam da anlamaya çalıştım kendine has mitolojisini. Dickens’ın realitesiyle öğrendim iki şehir arasındaki farkı, iki sınıf arasındaki dağları, eşitsizliğin ne derece acı olabileceğini. Ruhumu dinlendirmek için Keats’le oyalandım sonra, Wordsworth’tün doğasına uzandım, gözümü kapattım Coleridge’in bulutlarında koştum. Ah Jane Austen, onun yüzünden evlilik sevdasına düştüm, her şeyi pespembe gördüm. Sonra Sylvia Plath’in gazıyla zehirlendim, ben de boş verdim evliliği falan melankolikleştim. Viktorya Dönem’ine girip kapattım kendimi topluma, bireyselleştim. Sadece İngiltere’deydim sanıyorsunuz ama tüm dünya ayaklarımızın altına serilmişti. İspanyol edebiyatı, İtalyan edebiyatı, Yunan mitolojisi, yüzyıllara ait dramalar, kısacası hayalini kurduğunuz, merak ettiğiniz ne varsa artık hepsi bizim taa derinlerimize işledi. Bunları öğrenmemi ve beni ben yapmalarını sağlayan çok değerli hocalar barındırıyor mezunu olduğum bölümüm. Arkadaşlık ise sırf geğik muhabbetleri kapsamıyor bir müddet sonra. Diyeceğim o ki kendinizi bir müddet sonra tıpkı yukarda benzetmelerini yaptığım karakterlerden ve yazarlardan biri olarak görüp bir sabah uyandığınızda bir hamam böceği olarak da bulabiliyorsunuz kendinizi ya da bir “Utopia” hayal ediyorsunuz. ‘Neden olmasın’ diyorsunuz. Hayal ürünü deyip geçmiyorsunuz, inat ediyorsunuz, inanıyorsunuz ve başarıyorsunuz. Ben More’un elçisi olarak mezun oldum o üniversiteden ve şimdi inandığım o ütopyayı ben gibi düşünenlerle var etmekte sıra.
"Gurur ve Önyargı" Austen'a saygılarımla...
Güncelleme tarihi: 30 May 2018
Comments