top of page

        Aşağıda okuyacağınız yazılar deneyim, bilgi ve ikisinin harmanlanmasından oluşan paylaşımları içermektedir. Doğruluğu kişiye göre değişkenlik gösterebilir, sorgulanabilir. Bu nedenle blog yazılarımın üzerine düşünüp, sunmuş olduğum fikre ya da bilgiye kimi zaman katılıp kimi zaman katılmadığınız ya da aklınıza gelebilecek her türlü soruyu çekinmeden sorduğunuz bir tartışma ortamı yaratmanız sitenin, benim ve yazıları okuyan her bir bireyin gelişimine ışık tutar. Katkı sağlamak için blog yazılarının altındaki yorum bölümünü kullanabilirsiniz.



Bu ay ÜtopÇa'dan ve ÜtopÇa'lılardan hayli uzak kaldım. Ancak geçerli nedenlerim olduğunu düşünüyorum. Fazla derine girmeden bir aydır neler olduğunu anlatayım;

Genelde yakınmak pek bana göre değildir ve bence "iyi bir dünya" hayalinde olan kimsenin yakınmadan sorunlara çözüm bulması gerekir.

"Ama bazen kendi inisiyatifinde olmayan şeyler olabiliyor, Çağıl'cığım"

dediğinizi duyar gibiyim. Evet, haklısınız, yaşadım, gördüm, öğrendim, bazen ne kadar isteseniz de olmayabiliyormuş. Lakin sonradan daha iyisi olması gerektiği için o an onun olmaması gerekiyormuş. Nasıl mı?

Daha önce de "Mutlu ve Huzurlu Çocuk" paylaşımım da bahsettiğim gibi Finlandiya'daki yüksek lisans programımda isteğe bağlı staj yapma imkanım vardı. Ben de bir şekilde oturduğum mahallenin dibindeki Kortepohjan Koulu adında bir ilkokulla iletişime geçtim. Öyle çok da meşakkatli olmadı hani. Müdürle bir iki mail trafiğinden sonra çıktım karşısına "ben sınıflarınızı gözlemlemek istiyorum" dedim.

Zaten Finlandiya'da okulların kapısı her daim misafirlere açık olduğundan

"tabi buyur gel" dedi. Hatta Türkiye'yi merak edip, uzmanlığı beden eğitimi olan müdür Türkiye'nin ekonomik ve politik durumuyla ilgili bildiklerini anlatıp doğruluğu yanlışlığını sordu. Bir güzel konuştuk muhabbet ettik. Ertesi gün ise gözlem yapacağım bir sınıfım vardı.

On saatlik gözlemim sonunda çocukların İngilizce'lerinin değil, aralarındaki iletişimin ve dolayısıyla bağlılığın zayıflığını fark ettim. Sınıfta birlik beraberlik ancak bir amaç vesilesiyle vardı, içten gelen bir aidiyetle değil. Ben de hem sınıf öğretmenine hem de müdüre bu bağları kuvvetlendirmenin çok güzel bir yolu olan İngilizce Drama Eğitimi önerisiyle gittim. "Bana birkaç dersinizi ayırıp denememe izin verir misiniz?" dedim. Müdür de bana "size drama klubü açalım" dedi direk. Şaşırdım, duyulan güvene minnet duydum. Ancak bir drama alt yapım olmadığından ve bu güveni boşa çıkarmamak adına "önce dersleri deneyelim bir dahaki seneye neden olmasın" dedim. Çocuklarla yaptığım derslerin her açıdan mükemmelliğini size anlatamam, bu yüzden her bir dersi ayrı ayrı planlayıp, sonrasında yazdığım raporları okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca uyguladığım ders planlarına da ulaşabilirsiniz.

Ben derslerimi bitirip Türkiye'ye dönünce stajımın bir bölümü kaldı ne yazık ki, ben de Finlandiya'da staj yaptıysam bunu Türkiye'de haydi haydi devam ettiririm donanımımla diye düşünerek oradaki danışmanıma "tezimi yazarken bir yandan da stajımı devam ettirebilir miyim Türkiye'de?" diye sordum. Seve seve kabul etti. Ben de başladım okul arayışına. Aklımda vizyonunu ve ideolojisini bildiğim birkaç okul vardı. Nasılsa beni tanıyorlar illa ki olur diye düşünüp direk onlara yöneldim.

Ne kadar Türkiye'de doğup büyüsem de, Finlandiya'nın 'insana değer' kavramına öyle ayak uydurmuşum ki, memleketimdeki işleyişi unutmuşum. Toplamda gönüllü olarak staj yapmak adına gittiğim ilk aklınıza gelebilecek dört büyük özel okuldan da elim boş çıktım. Devlet okullarına ise Milli Eğitim Bakanlığı'ndan onay almam gerekecek ve uzun sürecek diye hiç girişmemiştim. Özel okullardan elim boş dönmemin nedeni ise oldukça trajik;

Türkiye'nin resmiyet sevdası, protokol odaklılığı, içe değil dışa olan yapılandırma yüzünden heyecanım da hevesim de kursağamda kaldı.

Her ne kadar demokratik bir toplum olarak anılsak da bazı durumlardaki totaliter tavrımız bu durumda da kendini gösterdi. 21. yüzyılda bireysel eğitim modellemelerinden bahseden dünyada bizlerin bu durumu içimi sızlatıyor doğrusu.

İşte bunların hepsi Eylül ayı içerisinde gerçekleşti. Bir Fin okulu eğitim ateşimi sezinleyip yaptıklarıma bakarak bana kucak açıp benimle birşeyler paylaşmak isterken, memleketimin okullarında durum yukarıda anlattığım gibiydi anlayacağınız.Neyse ki hayatımda çok değer verdiğim iki öğretmen arkadaşım da benim fazla proaktif olduğumu kibar bir şekilde dillendirince aslında onun altında fazlaca aceleci olduğum ve verdiğim emeğin karşılığını hemen almak istediğim ancak bunun bazı durumlarda mümkün olmayacağı gerçeğini anlamış oldum. Zaten sonunda o kadar ummadığım bir durum oldu ki şu an tüm bu yaşadıklarımı unutturan bir okul görünümlü kocaman ailenin içerisindeyim.

Bu başımdan geçen bir ayı şunun için paylaşmak istedim; bazen hayatlarımızda herşey ters gidebilir, beklemediğimiz şeyler olabilir, en güvendiğimiz hayal kırıklığına uğratabilir, "yapmaz" dediklerimiz yapabilir, "olmaz" dediklerimiz olabilir. Hele ki iş (eğitim) dünyasında her an herşey olabilir. Siz ne kadar plan yapsanız da, görevinizi layığıyla yerine getirseniz de, kendinizden sonuna kadar emin olsanız da karşı tarafın reaktifliği sizi engelleyebilir. Lakin, bazı yerler sabır, sebat ve sükut gerçekten de altın değerinde olabiliyor. Hem büyütüyor, hem dinginleştiriyor, hem de bazı şeyleri daha net görmenize yardımcı oluyor.

Bazı şeyleri yeni yeni deneyimleyen arkadaşlarıma tavsiyem kendime de bu vesileyle bir not niteliğinde;

Lütfen acele etme!

Sakin ol, derin bir nefes al!

Şayet elinden geleni yaptığına inanıyorsan akışına bırak!

Bırak ki geriye bir adım attığında önündeki diğer kapıları görebilesin.

Doğru kapı o da olabilir ama belki de kapıyı açmak için doğru zamanda değilsindir...


Proaktif mi reaktif mi olduğunuzu merak ediyorsanız, buyrunuz;

http://www.psikologia.com.tr/proaktif-miyim-reaktif-mi/


Güncelleme tarihi: 22 Haz 2018



Finlandiya, uzun süreler Rusya ve İsveç arasında kapış kapış giden bir kara parçası iken Sovyet Rusya nihayet emeline ulaşmış ve Finlandiya'yı toprakları arasına katmıştır. Ancak Fin halkının cesur, özgür ve kendini daimi gelişmeye adamış yapısı Sovyet Rusya'yı tehdit edecek düzeye geldiğinde, Finlandiya halkı Rusya'nın kısıtlamalarına gelemeyip bağımsızlıklarını 1917 yılında ilan etmişlerdir ve o günden bugüne Rusya'dan gelen sosyalist genleriyle oluşturdukları bir cumhuriyetle yönetilmektedir. Göllerin arasındaki büyüklü küçüklü kara parçacıklarına yerleşmiş bembeyaz tenli masmavi gözlü sadece beş milyon nüfuslu, tek dertleri aile kurup huzurla yaşamak olan bir halktır Fin halkı. Soğuk iklimin insanı da soğuk olur derler kısmına katılabilirim bir Türk olarak. Lakin şöyle bir baktığımızda Türk halkının aşırı samimi olmadığını söyleyebilir miyiz? Örneğin, yolda çevirip bir Finli'yi adres sorsan biliyorsa bildiği kadarını söyler, bilmiyorsa "bilmiyorum" der iyi günler diler yoluna devam eder, Türk halkının meraklı ve bilmese de bildiğini kanıtlama sevdasının tersine. Ha bir de aynı biz de olduğu gibi onlarda da köylü kentli arasında fark var ve Fince dilinin de aksanı şehirlere göre değişiklik gösterebiliyor.

Finceden bahsetmişken... Finlandiya'nın Fince adı Suomi'dir. Dil kökenimizin aynı olması, Türkçe'nin de Fince'nin de Ural-altay soyundan geliyor olması şaşılacak şey doğrusu. Sondan eklemeli olmaları ve "ö" harfimizin aynılığı dışında iki dilin birbirleriyle uzaktan yakından alakaları yok ve öğrenmesi de bir hayli zor. Tabi öğrenme hızı sizin motivasyonunuza ve algınıza göre değişebilir. Fince'nin yazıldığı gibi okunan bir dil olması da öğrenmenizi kolaylaştırabilir. Yalnız dikkat, "y" "ü" diye, "j" de "y" diye okunur :) Bir de Finlandiya'nın tek dili Fince değildir, İsveççe de ikinci resmi dil olarak hüküm sürmektedir.

Finlandiya bir Avrupa Birliği üyesidir ve takdir edersiniz ki para birimi de eurodur. Ah o euro yok mu euro elimi yaktı yüreğimi dağladı okuduğum süre boyunca. Yine de turistik amaçlı gidecekler için söylüyorum, diğer Avrupa Ülkeleri ile arasında öyle aman aman bir fark yok. Ha ama okumaya gidiyorsanız o zaman tavsiyem ya para biriktirin ya da gittiğiniz yerden iş bulmaya bakın.

Finlandiya'nın nesi meşhur? Bi bakalım...

Kuzey ışıkları. Doğru kuzey noktasına çıkın, Lapland şehrini bulun, Noel babanın köyüne uğrayın, Huski'lerle kaynaşın, geyikleri besleyin, kalabiliyorsanız camdan Iglo'larda kalın ve bol bol somon yiyin.


Sauna. Heryerde deneyimleyebileceğiniz birşey, çünkü Finlandiya'daki her yerleşim yerinde en az bir tane

mevcuttur. Türkiye'deki saunalardan tek farkı sıcaklığın 90 derece kadar oluyor olması. Daha farklı bir tecrübe yaşamak istiyorsanız, kışın donmuş göllere açılmış delikler göreceksiniz, 90 derece saunadan çıktıktan sonra hoppidi o deliğe atlayıverin, eminim bir daha asla unutamayacağınız bir anı olacak.

Sabahları kahve akşamları votka. Finli olmanın farzlarından biri bu rutine alışmaktır. Votkadan hoşlanmayanlar için bizdeki meşhur tarçınlı akide şekeri tadında mayhoş bir aroması olan "Glögi" içeceği de Finlilerin vazgeçilmez kış içkilerindendir. Alkollü ve alkolsüz çeşitleri olan sıcak tüketilen bir içecektir.


Moomin. Finlandiya'nın maskotu sayılan benimse pek birşeye benzemediğim beyaz bir hipopotam vari hayvan. Öncesinde çizgi film olarak ünlenmiş sonra da maskot haline gelmiş bir marka. Çocuklara hediye olarak alınabilir.



Salmiaki. Anason tadını sevenlerin mutlaka denemesi gereken, sevmeyenlerin ise yanından bile geçmemesi gereken simsiyah bir aromadır. Hemen hemen her dükkanda her türlü yiyeceğini bulabilirsiniz. Ayrıca içkisi de meşhurdur. Genelde Finlandiya'nın en ünlü çikolata markası olan "Fazer" markalı olanlarını denemenizi tavsiye ederim.

Konumu ve iklimi sebebiyle çilekeş bu halk, iş birliğinin, dayanışmanın ve toplum olabilmenin en güzel örneğidir bana göre Finlandiya. O verimsiz topraklardan bir tarım ülkesi yaratan ve sonra da bir sanayi ülkesi haline gelen, yani yoktan var eden bu ülkenin başarısının sırrı iki güzel kelimede gizli bence; saygı ve hoşgörü.

Finlandiya ne zaman Finlandiya oldu derseniz herkes 2000li yılları gösterecektir muhakkak, elbette ki bir zamanların dünya devi "Nokia"'nın altın çağından sonra. Neden mi? Ne etliye ne sütlüye karışan, kendi yağında kavrulan, sessizliğin, sakinliğin ve dinginliğin hakim olduğu bir ülke iken 2000li yıllarda Fin eğitim sistemiyle yetişen öğrencilerinin PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)'daki diğer OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkeleri arasındaki başarılarından ötürü mercek altına alındı. Oysaki Finlandiya'nın ne reklam yapmak ne de bu başarılarıyla böbürlenmek gibi bir dertleri vardı. Gittim, yaşadım, gördüm. Dünyanın en mütevazı, en egosuz, en dozunda insanları bence. Ya bana öyleleri denk geldi ya da ben çok iyimserim bilemiyorum ama şuradan pay biçebilirsiniz;

İster profesör ol ister CEO ol ister cumhurbaşkanı ol, insanlar birbirlerine ilk isimleriyle hitap ediyorlar. Resmi giyinip caka satma derdinde değiller. Ha isteyen tabi ki takım elbisesi de giyer elbisesini de ama asla kimse birbirini kıyafetiyle yargılayıp baştan aşağı süzmez. Gittiğin kurum, ev, cafe, restoran, işyeri, okul neresi olursa olsun, rahatlık birinci kuraldır, bu nedenle iç dizaynlar ona göre tasarlanmıştır.

Hayatım boyunca dünya üzerindeki ütopya arayışlarım sürecek ancak şu ana kadar ideallerine uygun ülke neresiydi diye sorarsanız, hiç düşünmeden "Finlandiya" derim. Turistik açıdan değil insan gibi yaşadığını hissetmek ve uzun süreli kalıp yaşamak için mükemmel bir ülke. Çamurdan çıkan beyaz zambakları görebilmeniz umuduyla...


bottom of page