top of page

        Aşağıda okuyacağınız yazılar deneyim, bilgi ve ikisinin harmanlanmasından oluşan paylaşımları içermektedir. Doğruluğu kişiye göre değişkenlik gösterebilir, sorgulanabilir. Bu nedenle blog yazılarımın üzerine düşünüp, sunmuş olduğum fikre ya da bilgiye kimi zaman katılıp kimi zaman katılmadığınız ya da aklınıza gelebilecek her türlü soruyu çekinmeden sorduğunuz bir tartışma ortamı yaratmanız sitenin, benim ve yazıları okuyan her bir bireyin gelişimine ışık tutar. Katkı sağlamak için blog yazılarının altındaki yorum bölümünü kullanabilirsiniz.

Güncelleme tarihi: 27 Oca 2020


Refikler Çiftliği Katılım Sertifikası

İnsanı insan yapan nedir?

Bir es verin ana ve durup düşünün.

Dikin gözlerinizi bir yere ya da kapayın ve odaklanın:

"İnsanı insan yapan nedir?"

Buna verilen yanıt hayattaki değerlerinizi oluşturur. Var oluş amacınızı ortaya çıkarır. Devam etmenizi kolaylaştırır. Hayatı anlamlı kılar.

Eğer bir yanıt veremiyorsanız da önemli değil. Demek ki daha hayatınızın o noktasında değilsiniz. Elbet bir gün gelecektir.

Bana göre insanı insan yapan "bütünsellik", "beraberlik", "paylaşım", "birden biz olma" durumudur. Yanına yöresine, ötesine berisine, köküne, tepesine istediğinizi ekleyebilirsiniz. İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnız var olmayı çoğunlukla yeğlemez. "Yoo ben tek başıma çok da güzel yaşıyorum, çok da keyif alıyorum" diyenleriniz elbet olacaktır. Ancak genel olarak insan, insanla var olma eğilimdedir. Teklik, anlık ihtiyacı karşılayıp nihai son gibi görünse de birlik her daim insani bir ihtiyaçtır.

Ben, seninle var olmadım ama seninle biz olmaya varım.

İşte "Tatuta" ve vesilesiyle tanıdığım ve aidiyetimi besleyen "Refikler Çiftliği" tam olarak bunu sağlıyor. Diğer çiftlik ya da köyleri deneyimlemedim, bilemiyorum ama Fethiye'nin dağlarına tırmanırken hissetmeye başladığım sonsuz huzur duygusu ve ardındankilerden (Indie müziklerle hislerimi tetikleyen Hakan'a teşekkürler) ÜtopÇa okurlarının nemalanmasını istiyorum.

Bir topluluk düşünün; kimsenin kimseye hiç bir sorumluluk dayatmadan, kendi özerkliğiyle hareket edip, insiyatif alıp, doğru yanlış sorgulanmadan, deneme yanılma yönemiyle hayatını idame ettirdiği.

Refikler'in dört bir yanında komün halde yaşamanın tüm getirilerini görebilirsiniz. Kerpiç'ten yapılmış sınırlı sayıdaki yerleşim yerinde, ekilen dikilen toplanan tüm şifalı bitkilerde, bitki kurutma odasındaki her bir tahta rafta, el sürülmemiş bir kitap dahi bulunmayan kitaplığında, her alanın itinayla kullanıldığı mutfakta, çiftlikte yer alan her bir canlıda... Refikler'de isteyen çadırında isteyen ortak yerleşim alanında kalır. Kimsenin özel mülkiyeti ya da alanı yoktur.

Her yer herkesin, her şey herkesindir.

Çiftliğin rutini kendiliğinden oluşmuş. Sabah 6-7 gibi kalkılır. Erken kalkan kahvaltıyı hazırlamaya koyulur. Her birey kendi insiyatifini kullanıp neye ihtiyaç olduğuyla ilgili karar verir ve uygular. Çilek toplar, reyhan kopartır, çay demler, ekmek çıkartır. Yaklaşık yarım saate kahvaltı hazırdır. Oturulur yenir içilir, gün hakkında konuşulur ya da dile ne geliyorsa. Kimse kimsenin yapacağı işe karışmaz, kimse kimseyi dürtmez. Masadan bulaşıklar için iki gönüllü çıkar. Zeytinyağlı doğal sabunla metal tabak çanak yıkanır. Tahta terasta toplanılır, keyif çayı zamanının tam vaktidir. Okunulan kitaplar konuşulur, doğallık birliktelikle harmanlanır, güne hazırlanılır. Kimi tarlaya çıkar, kimi kurutmaya girer, kimi damıtmaya girişir, kimi yemek hazırlar. Her şey ama her şey kendiliğinden gerçekleşir. Arada geçen tek soru kalıbı "Yardıma ihtiyacın var mı?" dır. Sonrası kendiliğinden gelir. 12-5 arası güneş alnında pek iş yapılmaz. Genelde gölge alanda yapılacaklar tamamlanır, ot ayıklamak, damıtma yapmak, düzenleme yapmak gibi. Sonra bir ses duyulur "Y-E-M-E-K!".

Toplanmak için en güzel çağrı, temel ihtiyaçla doğru orantılı.

Sofra zengiliği yemeklerden değil, masa etrafındaki bireylerden gelir. Bireyin gerçekleşen eyleme karşı ya da var olan duruma olan perspektifi değerlidir ve dinlemeye değerdir. Yemek, anlam kazanır, masa sofralaşır. İkinci parti bedensel güç gerektiren işlere geçilir. Hava kararana kadar adanmış bir şekilde çalışılır, beyin bir sonraki müzakere ortamına doğal yolla hazırlanır. İsteyen ortak kullanım alanı olan banyoda soğuk suyla yıkanır. Eğer yıkanacak sayısı fazlaysa soba yakılır, sıcacık rahatlatıcı bir duş alınır. Terasta toplanma vakti gelmiştir. Kimi kitaba gömülür kimi tartışmayı başlatır. Dil bir araç olarak kullanılır çünkü farklı kültür ve ülkelerden bireyler vardır. Herkes dilinin döndüğünce istediği dilde konuşur, yeter ki anlaşılsın. Uykusu gelen yatar, gelmeyen sabaha kadar terasta takılır hatta açık havada uyur. Hayvanların da yaşama hakkı vardır. Bu nedenle sivri sineklerle dost olunması gerekir ya da çadırınızın yanında bir kurbağa gördüğünüzde selam verip çadırınıza girmeniz gerekir. Ha bir de domuz durumu var ki ona karşı pek misafirperver olamadık çünkü bitkilere karşı biraz müsrif bir tutumu var. (İsmail kulakların çınlasın!). Bunların haricinde "paylaşmak" odak noktası olduğundan o zamana kadar farklı hayatlarda edinilmiş her deneyim insanın kendisi kadar değerlidir. Poi dansı, yoga, saç kesimi, İtalyan mutfağı, bitki türleri, çalgı aletleri... Hayatınızda hiç bir ortam da karşılaşamayacağınız şeyleri o ortamda deneyimle öğrenebilirsiniz.

Ben Refikler'de kısa süreli kaldım ama hayatımda en kolay adapte olduğum ortamdı. Bunun nedeni olarak insanı insan yapan değerlerimin o ortamdaki insanlarla bir olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çiftlikten ayrılırken kimse kimseye "neden gidiyorsun" demiyor ya da "ölümü gör az daha kal" da. Sen bir bireysin, kararlarına saygı duyuluyor. Gitmek istersen gider, kalmak istersen kalırsın.

Var ettiğin hiç bir şeyi sen var etmedin, senden sonra katkı sağladığın hiç bir şey de sen varsın diye son bulmayacak.

Sen olsan da olmasan da o hıyar oraya ekilecek ve biri tarafından toplanacak, yenecek. Sen düşüncelerinle varsın ve onlar sayesinde değerlisin.

Tatuta, dünya çapında pek çok köy ve çiftlikte böyle bir imkan sunuyor. İsterseniz bunu bir yaşam biçimi haline getirip, şu an var oluşunuzun nedenini sorgulayıp, sahip olduğunuz her şeyi olduğunuz yerde olduğunuz şekilde bırakıp herhangi bir çiftliğe yerleşebilirsiniz. Bunu yapan pek çok insan tanıdım. Yapmışlar olmuş.

Deniz kenarında yapılacak dinlendirici bir tatildense, Refikler'de insanlığımı hissetmek adına her yaz böyle bir şey planlayacağıma dair kendime söz verdim. Plansızlığım ve insanlığımla orada var olacağıma daha doğrusu.

Refikler'i anlatımımla ve resimlemelerimle az çok gözünüzde canlandırdığınızı var sayıyorum. Son olarak, sizlerden, böyle bir ortamda yetiştirebilecek, kendiliğinden, gözlem yoluyla büyüyecek çocuklar düşünmenizi rica edeceğim. Bir öğreten olmadan, didaktik bir öğreti olmadan, okul olmadan, duvarlar olmadan, paylaşmayı merkezine alan, özgür bir ortamda, kendi dürtüleriyle, yönlendirilmek istedikleri alanda yönlendirilen çocuklar...

Deneyimle teorik bilginin harmanlandığı, yaşantısal ögelere döküldüğü, sosyal bir ortamda, farklı yaş gruplarıyla iletişimde olan... Soyadıyla ya da ona yüklenen sıfatlar ve gittiği okullarla var olan bireyler değil de, kendi oluşturdukları kişiliklerle kendini var eden, topluma fayda sağlayan küçük ama büyük gölgeli insanlar...

Gözlerinizi kapatın ve hayal edin...Nasıl olurdu?

Başa dönecek olursak; Sahi, sizi insan yapan neydi ki?





Bu ay ÜtopÇa'dan ve ÜtopÇa'lılardan hayli uzak kaldım. Ancak geçerli nedenlerim olduğunu düşünüyorum. Fazla derine girmeden bir aydır neler olduğunu anlatayım;

Genelde yakınmak pek bana göre değildir ve bence "iyi bir dünya" hayalinde olan kimsenin yakınmadan sorunlara çözüm bulması gerekir.

"Ama bazen kendi inisiyatifinde olmayan şeyler olabiliyor, Çağıl'cığım"

dediğinizi duyar gibiyim. Evet, haklısınız, yaşadım, gördüm, öğrendim, bazen ne kadar isteseniz de olmayabiliyormuş. Lakin sonradan daha iyisi olması gerektiği için o an onun olmaması gerekiyormuş. Nasıl mı?

Daha önce de "Mutlu ve Huzurlu Çocuk" paylaşımım da bahsettiğim gibi Finlandiya'daki yüksek lisans programımda isteğe bağlı staj yapma imkanım vardı. Ben de bir şekilde oturduğum mahallenin dibindeki Kortepohjan Koulu adında bir ilkokulla iletişime geçtim. Öyle çok da meşakkatli olmadı hani. Müdürle bir iki mail trafiğinden sonra çıktım karşısına "ben sınıflarınızı gözlemlemek istiyorum" dedim.

Zaten Finlandiya'da okulların kapısı her daim misafirlere açık olduğundan

"tabi buyur gel" dedi. Hatta Türkiye'yi merak edip, uzmanlığı beden eğitimi olan müdür Türkiye'nin ekonomik ve politik durumuyla ilgili bildiklerini anlatıp doğruluğu yanlışlığını sordu. Bir güzel konuştuk muhabbet ettik. Ertesi gün ise gözlem yapacağım bir sınıfım vardı.

On saatlik gözlemim sonunda çocukların İngilizce'lerinin değil, aralarındaki iletişimin ve dolayısıyla bağlılığın zayıflığını fark ettim. Sınıfta birlik beraberlik ancak bir amaç vesilesiyle vardı, içten gelen bir aidiyetle değil. Ben de hem sınıf öğretmenine hem de müdüre bu bağları kuvvetlendirmenin çok güzel bir yolu olan İngilizce Drama Eğitimi önerisiyle gittim. "Bana birkaç dersinizi ayırıp denememe izin verir misiniz?" dedim. Müdür de bana "size drama klubü açalım" dedi direk. Şaşırdım, duyulan güvene minnet duydum. Ancak bir drama alt yapım olmadığından ve bu güveni boşa çıkarmamak adına "önce dersleri deneyelim bir dahaki seneye neden olmasın" dedim. Çocuklarla yaptığım derslerin her açıdan mükemmelliğini size anlatamam, bu yüzden her bir dersi ayrı ayrı planlayıp, sonrasında yazdığım raporları okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca uyguladığım ders planlarına da ulaşabilirsiniz.

Ben derslerimi bitirip Türkiye'ye dönünce stajımın bir bölümü kaldı ne yazık ki, ben de Finlandiya'da staj yaptıysam bunu Türkiye'de haydi haydi devam ettiririm donanımımla diye düşünerek oradaki danışmanıma "tezimi yazarken bir yandan da stajımı devam ettirebilir miyim Türkiye'de?" diye sordum. Seve seve kabul etti. Ben de başladım okul arayışına. Aklımda vizyonunu ve ideolojisini bildiğim birkaç okul vardı. Nasılsa beni tanıyorlar illa ki olur diye düşünüp direk onlara yöneldim.

Ne kadar Türkiye'de doğup büyüsem de, Finlandiya'nın 'insana değer' kavramına öyle ayak uydurmuşum ki, memleketimdeki işleyişi unutmuşum. Toplamda gönüllü olarak staj yapmak adına gittiğim ilk aklınıza gelebilecek dört büyük özel okuldan da elim boş çıktım. Devlet okullarına ise Milli Eğitim Bakanlığı'ndan onay almam gerekecek ve uzun sürecek diye hiç girişmemiştim. Özel okullardan elim boş dönmemin nedeni ise oldukça trajik;

Türkiye'nin resmiyet sevdası, protokol odaklılığı, içe değil dışa olan yapılandırma yüzünden heyecanım da hevesim de kursağamda kaldı.

Her ne kadar demokratik bir toplum olarak anılsak da bazı durumlardaki totaliter tavrımız bu durumda da kendini gösterdi. 21. yüzyılda bireysel eğitim modellemelerinden bahseden dünyada bizlerin bu durumu içimi sızlatıyor doğrusu.

İşte bunların hepsi Eylül ayı içerisinde gerçekleşti. Bir Fin okulu eğitim ateşimi sezinleyip yaptıklarıma bakarak bana kucak açıp benimle birşeyler paylaşmak isterken, memleketimin okullarında durum yukarıda anlattığım gibiydi anlayacağınız.Neyse ki hayatımda çok değer verdiğim iki öğretmen arkadaşım da benim fazla proaktif olduğumu kibar bir şekilde dillendirince aslında onun altında fazlaca aceleci olduğum ve verdiğim emeğin karşılığını hemen almak istediğim ancak bunun bazı durumlarda mümkün olmayacağı gerçeğini anlamış oldum. Zaten sonunda o kadar ummadığım bir durum oldu ki şu an tüm bu yaşadıklarımı unutturan bir okul görünümlü kocaman ailenin içerisindeyim.

Bu başımdan geçen bir ayı şunun için paylaşmak istedim; bazen hayatlarımızda herşey ters gidebilir, beklemediğimiz şeyler olabilir, en güvendiğimiz hayal kırıklığına uğratabilir, "yapmaz" dediklerimiz yapabilir, "olmaz" dediklerimiz olabilir. Hele ki iş (eğitim) dünyasında her an herşey olabilir. Siz ne kadar plan yapsanız da, görevinizi layığıyla yerine getirseniz de, kendinizden sonuna kadar emin olsanız da karşı tarafın reaktifliği sizi engelleyebilir. Lakin, bazı yerler sabır, sebat ve sükut gerçekten de altın değerinde olabiliyor. Hem büyütüyor, hem dinginleştiriyor, hem de bazı şeyleri daha net görmenize yardımcı oluyor.

Bazı şeyleri yeni yeni deneyimleyen arkadaşlarıma tavsiyem kendime de bu vesileyle bir not niteliğinde;

Lütfen acele etme!

Sakin ol, derin bir nefes al!

Şayet elinden geleni yaptığına inanıyorsan akışına bırak!

Bırak ki geriye bir adım attığında önündeki diğer kapıları görebilesin.

Doğru kapı o da olabilir ama belki de kapıyı açmak için doğru zamanda değilsindir...


Proaktif mi reaktif mi olduğunuzu merak ediyorsanız, buyrunuz;

http://www.psikologia.com.tr/proaktif-miyim-reaktif-mi/


Güncelleme tarihi: 28 Kas 2021



Sustainable Development Goals(SDG), Türkçe'ye Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri olarak çevrilmiş. Şimdi bunun ÜtopÇa'yla ne gibi bir alakası mı var? Söyleyeyim; bu hedeflerin seninle, benimle, yaşadığın toprakla, içtiğin suyla, temas ettiğin her insanla ilişkisi var. Ayrıca İzlenÇe bölümündeki ayın videosu ve KitapÇa bölümündeki ayın kitabıyla da öyle.

2015 yılında, 193 dünya lideri kafa kafaya verip demişler ki

"dünyanın çivisi çıktı çıkacak, birşey yapmalıyız. Bunu yapsak yapsak çoluğuyla çocuğuyla, öğretmeniyle, iş adamıyla, devlet başkanıyla, sokaktaki insanıyla birlikte yapabiliriz. Ama nereden başlamalıyız?".

Açlık, yoksulluk, kirlilik, eşitsizlik, adaletsizlik gibi dünyevi dertlere çözüm üretmek adına 17 hedef belirlemekle başlamışlar ve demişler ki "2023 yılına kadar bunlara çözüm bulmayı deneyelim". Gerçekten de deniyorlar, deniyoruz, mümkün müdür değil midir o ayrı dava ama denemek başarmanın yarısıdır.

Şimdi size bu örneklerden birinden bahsedeceğim;



Bu hedefleri gerçekleştirmek için dünya üzerindeki bazı okullar müfredatını bu hedefler üzerine kurgulamış. Bu okullardan birini ziyaret etme şansına eriştim İsveç'teyken. Okulun adı "Globala Gymnasiet" idi. Dışarıdan son derece sıradan görünen okulun içine girdiğimde farklılığını anlamış oldum. Normal sınıf düzeninden farklı olarak sınıfları gurup çalışmasına müsait bir şekilde dizayn edilmişti ve her sınıfın kendine has ayrı bir çalışma odası vardı.

Okula girdiğimizde ders görüyorlardı ve kapılardan göz ucuyla baktığım kadarıyla öğrenciler, bizdeki gibi tahtaya dönük, öğretmene kitlenmemişler de kimisi laptopuna gömülü kimi de birbirleriyle konuşuyorlardı. İlk izlenimim sonucu bir eğitimciye yakışmayacak bir kıyaslamaya girip aşırı önyargılı davranıp genelleme yaparak "ayy İsveç ergenlerine bak! Bizimkilerden beterler. Öğretmen sınıftayken laptoplarıyla, cep telefonlarıyla ilgilenip, birbirleriyle çene çalıyorlar". Ancak sonrasında dünyanın okulun müdürü Sofie Abrahamsson, müdür değil de bir öğretmen edasıyla karşımıza gelip okulunu anlatınca o önceki düşüncelerimi azarlayıp beynimin çıktığı yerine geri tıktım anında. Meğer, geçtiğimiz yıllarda iki idealist öğretmen SDG hedeflerini gerçekleştirmek adına ergen beyinleri bir araya toplamayı amaçlamış ve Stockholm'ün merkezinde bir lise açmış.

Çocukluğun verdiği hayalperestlik ve yaratıcılığı, yetişkinliğin verdiği realiteyi ve mantığı kullanıp beynin en çok çalıştığı dönemin ergenlik olduğu bilincinde olan bu iki kadın müdür, gençlere 'dünyayı kurtarmak' için verebileceleri fırsatların en büyüğünü vermiş.
Okulun kurucusu ve müdürü, Sofie Abrahamsson

Müfredatlarında bizdeki gibi matematik, tarih, din, dil, fizik vs. elbette var ama projelere ayrılan süre çok daha büyük. Öğrenciler bu projeler sayesinde araştırma yapmayı, çözüm odaklı hareket etmeyi, işbirliğini ve en önemlisi neden-sonuç ilişkisini öğrenip, içinde yaşadıkları dünyayı daha iyi bir yer yapmak için okuduklarını biliyor ve bunun için çabalıyorlar.

Bu okula girmek öyle kolay değil yalnız. Okula başvuran öğrenciler bir dünyevi sorun sunmalı ve buna bir çözüm üretmeliler. Okul üç ana kategori sunuyor: sosyal bilimler, sayısal bilimler ve sanat. Öğrenciler sundukları sorun ve çözümleri sonucunda seçildikten sonra ise her dönem en az bir proje, lise eğitimi boyunca ise de bir büyük proje çıkartmak zorundalar. Bu projelerin hepsi SDG'ye hizmet etmeli. Bu arada bu okulun öğretmenlerine de koşulan bir takım şartlar var, araştırma yapmak gibi ki zaten okulun belirli bölümlerinde Narnia Günlükleri'nde olduğu gibi bir kapının ardından başka bir dünyaya, laboratuvarlara ya toplu çalışma alanlarına açılan kapılar var.

Ödüllü projenin sahibi 12. sınıf öğrencileri

Bu sene mezun olacak öğrencilerden ikisiyle bu kapılardan birinin ardında, elleri toprak içinde, bir kaptan bitki kökleri ayıklarken tanıştım. Meğer projelerinin son aşamasındalarmış ve mezun olduktan sonra İsveç'in en büyük laboratuvarı onları bekliyor olacakmış. Neden mi? Çünkü 9. sınıfta başlattıkları proje meyvesini vermiş ve şu anda bilim alanında bilinen isimlerden olmuşlar. Çin'den getirttikleri bir bakteri sayesinde, ilgi alanlarına olan merak ve azimleri sonucu doğal gübre üretimini bulmuşlar.

Oradayken bizim gençlerimize acımıştım ve onların böyle imkanları olmadıkları için çok üzülmüştüm. Ancak şimdi, özellikle de "Lise Çağındaki Öğrencilerin Gözünden Türk Eğitim Sistemi" yazımdan sonra artık öyle düşünmüyorum. Belki maddi ve politik bir takım imkansızlıklardan ötürü dünyevi amaca hizmet edebilecek bir okul açamayabiliriz ama gençlerimizi bu hedefleri gerçekleştirmek üzere yönlendirmemiz mümkün. Bu konuda yurtdışında yapılmış ve uygulanmış pek çok ders içeriği var. Linklerini "kaynakça" bölümüne bırakıyorum. Şayet İngilizce konusunda sıkıntı olursa, ben her daim buradayım, siz yeter ki sınıfınızda ya da evinizde, çocuklarınıza bunları uygulamak isteyin. Sadece ders olarak değil, bu gezegende yaşayan insanlar olarak da Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nin bilincinde olmak ve bir birey olarak üzerimize düşen görevi yapmak gerekliliğine inanıyorum.

Siz ne dersiniz? Başarabilir miyiz? Dünyamızın ömrünü uzatabilir miyiz?



bottom of page