İnsanı insan yapan nedir?
Bir es verin ana ve durup düşünün.
Dikin gözlerinizi bir yere ya da kapayın ve odaklanın:
"İnsanı insan yapan nedir?"
Buna verilen yanıt hayattaki değerlerinizi oluşturur. Var oluş amacınızı ortaya çıkarır. Devam etmenizi kolaylaştırır. Hayatı anlamlı kılar.
Eğer bir yanıt veremiyorsanız da önemli değil. Demek ki daha hayatınızın o noktasında değilsiniz. Elbet bir gün gelecektir.
Bana göre insanı insan yapan "bütünsellik", "beraberlik", "paylaşım", "birden biz olma" durumudur. Yanına yöresine, ötesine berisine, köküne, tepesine istediğinizi ekleyebilirsiniz. İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnız var olmayı çoğunlukla yeğlemez. "Yoo ben tek başıma çok da güzel yaşıyorum, çok da keyif alıyorum" diyenleriniz elbet olacaktır. Ancak genel olarak insan, insanla var olma eğilimdedir. Teklik, anlık ihtiyacı karşılayıp nihai son gibi görünse de birlik her daim insani bir ihtiyaçtır.
Ben, seninle var olmadım ama seninle biz olmaya varım.
İşte "Tatuta" ve vesilesiyle tanıdığım ve aidiyetimi besleyen "Refikler Çiftliği" tam olarak bunu sağlıyor. Diğer çiftlik ya da köyleri deneyimlemedim, bilemiyorum ama Fethiye'nin dağlarına tırmanırken hissetmeye başladığım sonsuz huzur duygusu ve ardındankilerden (Indie müziklerle hislerimi tetikleyen Hakan'a teşekkürler) ÜtopÇa okurlarının nemalanmasını istiyorum.
Bir topluluk düşünün; kimsenin kimseye hiç bir sorumluluk dayatmadan, kendi özerkliğiyle hareket edip, insiyatif alıp, doğru yanlış sorgulanmadan, deneme yanılma yönemiyle hayatını idame ettirdiği.
Refikler'in dört bir yanında komün halde yaşamanın tüm getirilerini görebilirsiniz. Kerpiç'ten yapılmış sınırlı sayıdaki yerleşim yerinde, ekilen dikilen toplanan tüm şifalı bitkilerde, bitki kurutma odasındaki her bir tahta rafta, el sürülmemiş bir kitap dahi bulunmayan kitaplığında, her alanın itinayla kullanıldığı mutfakta, çiftlikte yer alan her bir canlıda... Refikler'de isteyen çadırında isteyen ortak yerleşim alanında kalır. Kimsenin özel mülkiyeti ya da alanı yoktur.
Her yer herkesin, her şey herkesindir.
Çiftliğin rutini kendiliğinden oluşmuş. Sabah 6-7 gibi kalkılır. Erken kalkan kahvaltıyı hazırlamaya koyulur. Her birey kendi insiyatifini kullanıp neye ihtiyaç olduğuyla ilgili karar verir ve uygular. Çilek toplar, reyhan kopartır, çay demler, ekmek çıkartır. Yaklaşık yarım saate kahvaltı hazırdır. Oturulur yenir içilir, gün hakkında konuşulur ya da dile ne geliyorsa. Kimse kimsenin yapacağı işe karışmaz, kimse kimseyi dürtmez. Masadan bulaşıklar için iki gönüllü çıkar. Zeytinyağlı doğal sabunla metal tabak çanak yıkanır. Tahta terasta toplanılır, keyif çayı zamanının tam vaktidir. Okunulan kitaplar konuşulur, doğallık birliktelikle harmanlanır, güne hazırlanılır. Kimi tarlaya çıkar, kimi kurutmaya girer, kimi damıtmaya girişir, kimi yemek hazırlar. Her şey ama her şey kendiliğinden gerçekleşir. Arada geçen tek soru kalıbı "Yardıma ihtiyacın var mı?" dır. Sonrası kendiliğinden gelir. 12-5 arası güneş alnında pek iş yapılmaz. Genelde gölge alanda yapılacaklar tamamlanır, ot ayıklamak, damıtma yapmak, düzenleme yapmak gibi. Sonra bir ses duyulur "Y-E-M-E-K!".
Toplanmak için en güzel çağrı, temel ihtiyaçla doğru orantılı.
Sofra zengiliği yemeklerden değil, masa etrafındaki bireylerden gelir. Bireyin gerçekleşen eyleme karşı ya da var olan duruma olan perspektifi değerlidir ve dinlemeye değerdir. Yemek, anlam kazanır, masa sofralaşır. İkinci parti bedensel güç gerektiren işlere geçilir. Hava kararana kadar adanmış bir şekilde çalışılır, beyin bir sonraki müzakere ortamına doğal yolla hazırlanır. İsteyen ortak kullanım alanı olan banyoda soğuk suyla yıkanır. Eğer yıkanacak sayısı fazlaysa soba yakılır, sıcacık rahatlatıcı bir duş alınır. Terasta toplanma vakti gelmiştir. Kimi kitaba gömülür kimi tartışmayı başlatır. Dil bir araç olarak kullanılır çünkü farklı kültür ve ülkelerden bireyler vardır. Herkes dilinin döndüğünce istediği dilde konuşur, yeter ki anlaşılsın. Uykusu gelen yatar, gelmeyen sabaha kadar terasta takılır hatta açık havada uyur. Hayvanların da yaşama hakkı vardır. Bu nedenle sivri sineklerle dost olunması gerekir ya da çadırınızın yanında bir kurbağa gördüğünüzde selam verip çadırınıza girmeniz gerekir. Ha bir de domuz durumu var ki ona karşı pek misafirperver olamadık çünkü bitkilere karşı biraz müsrif bir tutumu var. (İsmail kulakların çınlasın!). Bunların haricinde "paylaşmak" odak noktası olduğundan o zamana kadar farklı hayatlarda edinilmiş her deneyim insanın kendisi kadar değerlidir. Poi dansı, yoga, saç kesimi, İtalyan mutfağı, bitki türleri, çalgı aletleri... Hayatınızda hiç bir ortam da karşılaşamayacağınız şeyleri o ortamda deneyimle öğrenebilirsiniz.
Ben Refikler'de kısa süreli kaldım ama hayatımda en kolay adapte olduğum ortamdı. Bunun nedeni olarak insanı insan yapan değerlerimin o ortamdaki insanlarla bir olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çiftlikten ayrılırken kimse kimseye "neden gidiyorsun" demiyor ya da "ölümü gör az daha kal" da. Sen bir bireysin, kararlarına saygı duyuluyor. Gitmek istersen gider, kalmak istersen kalırsın.
Var ettiğin hiç bir şeyi sen var etmedin, senden sonra katkı sağladığın hiç bir şey de sen varsın diye son bulmayacak.
Sen olsan da olmasan da o hıyar oraya ekilecek ve biri tarafından toplanacak, yenecek. Sen düşüncelerinle varsın ve onlar sayesinde değerlisin.
Tatuta, dünya çapında pek çok köy ve çiftlikte böyle bir imkan sunuyor. İsterseniz bunu bir yaşam biçimi haline getirip, şu an var oluşunuzun nedenini sorgulayıp, sahip olduğunuz her şeyi olduğunuz yerde olduğunuz şekilde bırakıp herhangi bir çiftliğe yerleşebilirsiniz. Bunu yapan pek çok insan tanıdım. Yapmışlar olmuş.
Deniz kenarında yapılacak dinlendirici bir tatildense, Refikler'de insanlığımı hissetmek adına her yaz böyle bir şey planlayacağıma dair kendime söz verdim. Plansızlığım ve insanlığımla orada var olacağıma daha doğrusu.
Refikler'i anlatımımla ve resimlemelerimle az çok gözünüzde canlandırdığınızı var sayıyorum. Son olarak, sizlerden, böyle bir ortamda yetiştirebilecek, kendiliğinden, gözlem yoluyla büyüyecek çocuklar düşünmenizi rica edeceğim. Bir öğreten olmadan, didaktik bir öğreti olmadan, okul olmadan, duvarlar olmadan, paylaşmayı merkezine alan, özgür bir ortamda, kendi dürtüleriyle, yönlendirilmek istedikleri alanda yönlendirilen çocuklar...
Deneyimle teorik bilginin harmanlandığı, yaşantısal ögelere döküldüğü, sosyal bir ortamda, farklı yaş gruplarıyla iletişimde olan... Soyadıyla ya da ona yüklenen sıfatlar ve gittiği okullarla var olan bireyler değil de, kendi oluşturdukları kişiliklerle kendini var eden, topluma fayda sağlayan küçük ama büyük gölgeli insanlar...
Gözlerinizi kapatın ve hayal edin...Nasıl olurdu?
Başa dönecek olursak; Sahi, sizi insan yapan neydi ki?