Kendi kendime yapmaktan en haz aldığım şey kahvemi yudumlarken insan davranışlarını gözlemlemek. Hele ki ortamda bir çocuk varsa değmeyin keyfime. Davranışlarının arkasındaki nedeni keşfetmek, ihtiyacını o söylemeden sezebilmek, bir sonraki adımı tahmin edebilmek ya da asla bir sonuca varamayıp sonucunu hayretle izlemek -ikinci kısmı çok daha fazla yaşadığımı ve bundan çok daha fazla haz aldığımı itiraf etmeliyim sanırım bu noktada-. Bir yetişkinle ya da akranlarıyla kurdukları iletişime kulak misafiri olup sergiledikleri davranışla dillendirdikleri ihtiyaçlarının muhakemesini yapmayı da bu keyfin içine dahil edebiliriz.
Gelin benim gözümden daha önce bir çocuğu gözlemlediğim sahneye dönelim birlikte;
"Göl kenarındaki bir çocuk yerden bir taş alıp göle atıp ne olduğunu izledikten sonra durup yerlere bakınıyor."
Merak duygusuyla sorgulamaya başlıyorum;
"Çocuk şu an neden yere bakınıyor? Bunun nedeni nedir? Ne arıyor olabilir? Neye ihtiyacı var? Yaptığı eylemden onu alıkoyan neydi ki şimdi? Neden tatmin olmadı?"
Varsayım mekanizmam devreye giriyor;
"Bir taşla yetinmiş olamaz. Taşı beğenmemiş olabilir. Gölü değiştiremeyeceğini düşündüğünden attığı nesneyi değiştirme ihtiyacında olabilir. Taş değil de başka bir maddenin sudaki durumunu merak etmiş olabilir. Bir böcek görmüş olabilir. Yaptığı eylemden utanç duymuş olabilir. Canı sıkılmış olabi..."-varsayımlar beynimde dönerken çocuk varsayımlarıma bir dur deyip nedenini sergiler;
"Yerden farklı bir taş alıp onu göle doğru fırlatır ve yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle tatmin olduğu duygusu anlaşılır."
Bu senaryoda durumu tahmin edebildim ancak çoğu zaman hiç aklıma gelmeyen nedenlerle karşılaşabiliyorum ve bu çocuğun iç dünyasını anlamamda bana inanılmaz bir iç görü kazandırıyor. Sizde denemenizi tavsiye ederim, bulmaca çözmekten çok daha fazla keyif alacağınızdan eminim.
Gelelim konumuza; öğretmenliğe başladığımdan beri bu keyfi en çok yaşadığım anlar teneffüs saatleri. İletişim kurduklarımın yanı sıra sesimi çıkarmadan oyunlarını izlediğim, hayvanlarla iletişimine baktığım, duygu durumlarının değişimlerine birebir tanık olduğum pek çok çocuk oldu. Anlık davranışlarının yanı sıra okul sürecinde gösterdikleri değişimleri ve gelişimleri görmek ise apayrı bir duygu. Bu sürekli gözlem alışkanlığım bana önemli bir şeyi fark etmemde yardımcı oldu, "çocuk ebeveynlerinden ne görürse onu yapar, onları modeller" savını çürüttü.
Çocuk okula başladıktan sonra ebeveyninden çok sınıf öğretmenini aynalıyor.
Nasıl her ülkenin bir dili, bir kültürü, bir yapısı varsa, her sınıfın da kendine özgü bir kültürü, dili ve yapısı var. Sınıf öğretmenin konuşma tarzı, sesi, mimikleri, kelimeleri kopyalanıyor. Öğretmenin giyim tarzının izleri, çocuğun evde giydirilip gönderildiği kıyafetlerinin üzerine ekleniyor. Çocuk, öğretmenin o günkü enerjisini taşıyor. Öğretmen çocuğa hangi pencereyi açarsa çocuk dünyaya o pencereden bakmaya başlıyor.
Çocuk, sınıf öğretmeniyle hafta içi, gün içerisinde ortalama 8 ve üzeri saat vakit geçiriyor. Ebeveynleriyle ise yalnızca kaliteli geçirebileceği yine ortalama 4 saati kalıyor -çalışan ebeveynlerde bu saat sayısı elbette ki daha da az- . Bu da demek oluyor ki çocukla geçirilen kaliteli zamanın etkileri çocuk üzerinde doğrudan gözlemlenebiliyor.
Şu an çalıştığım okulda, çocukları gözlemlerken pek çok kez karşımda bir Esin Öğretmen, Gülnaz Öğretmen, Ali Öğretmen, Sebahat Öğretmen, Seda Öğretmen ya da Tuğba Öğretmen görüyorum.
Sınırların ve kuralların her daim farkında olup çocuk sevgisiyle bunu harmanlayan öğretmenin sınıfından yemekhaneye inerken sırayı bozmadan eğlenerek ilerlemeleri için açtığı şarkıyı çocuklardan birinin, bir sonraki hafta sonu gittiği parkta salıncak sırasını beklerken söylemesi gibi.
İhtiyaçla doğru orantılı rahatlığın, öğrenmenin odaklanmasını arttırdığının bilince olan öğretmenin öğrencisinin grup çalışmasında ve yerde gerçekleşen bir çalışmada ayakkabısını çıkarması gibi.
Adil olmaya her alanda özen gösteren öğretmenin öğrencisinin -yaşı 3'te olsa- oyun sırasını gıkını çıkarmadan beklemesi gibi.
"Başkaları ne der" endişesinde olmayıp, önemli olanın kapak değil işlev olduğu bilincinde olan öğretmenin öğrencisinin okula parmak arası terlikle gelip sosyal tabuları yıkması gibi.
Hayattaki her şeyin önce iletişim becerisine sahip olmakla başladığını benimseyen bir öğretmenin öğrencisinin kelimelerini seçerken özen göstermesi gibi.
Şimdi bir itiraf geliyor; "Bir branş öğretmeni olarak, çocuk üzerinde bu kadar büyük etkileri olduğunu görünce sınıf öğretmeni olmaya çok özeniyorum".
Bir yanıyla korkutucu bir tarafı da yok değil ama. Sahne ışıklarının hep üzerinde olduğunu hissetmek, attığın her adımın -kendince yanlış dahi olsa- küçük müritlerin tarafından tezahüratla karşılanıp benimsendiğinin bilincinde olmak, bir ahtapot gibi ellerinin her birinde bir aynayla dolaşma hissiyatını yaşamak çok zor.
Yine de bunu avantaja dönüştürmenin yolunu bulan -çalıştığım okuldaki öğretmenlerim gibi- pek çok öğretmen var. Aslında her şey kendini bilip, attığın adımlardan emin olmaktan geçiyor sanki çünkü sen neysen çocuk da o. Elbette hata da yapabilirsin. Yaptığın hatanın yansımasını çocuğun davranışlarından görebilir ve aynadaki görüntünle rolleri değiştirip hatanı düzeltmek için birlikte hareket edebilirsin. Tek yapman gereken çocuğu gözlemleyip, aynadaki görüntünle yüzleşmek. Hepsi bundan ibaret.